5 Mart 2015 Perşembe

TEKİRDAĞ'IN ÜZERİNDE KARA BULUTLAR


Kamera, Güven   Tekirdağ


TEKİRDAĞ'IN ÜZERİNDE KARA BULUTLAR

Olimpik yüzme havuzu Tekirdağ'ın batıya bakan tepelerin yakınında bulunuyor. Yüzme; bedenimin suyla oynaşması, suya batı camlarından yansıyan ışık ile içselleşme döngüsünden sonra saunaya gittim. Malkara’dan gelen bisiklet sporuna gönül vermiş arkadaştan sauna kültürü hakkında iddialı öğretiler dinledim.

 İster müze olsun ister tenis kortu veya yüzme havuzu. Mekânların en önemli yerlerinden birisidir dinlenme, çay kahve içme alanları. Üzerinize düşen yorgun sporun, sanatın küçücük damlacıkları, küçük hassas kanallardan geçmeye başlamıştır artık.

  Kahvemi içerken yüzen çocuklara, gençlere bakarak, niçin daha fazla olmadığı sorguladım. Sonra, Cengiz Aymatov’un Dişi Kurdunu kaldığım yerden okumaya devam ettim.

  Olimpik yüzme havuzundan ayrılırken güneş diğer yarım küreye çekilmişti. Büyük tesisin kuzey batıya bakan kapısından dışarı çıktım. Çamların sükûneti karşı tepelerin sessizliği, karanlığı delen şehir ışıklarıyla kucaklaştım.
 Batıya bakan tepeler yeryüzüne ne zaman gelmişlerse o zamanın sessizliği içindeydiler. Güneş yarım saat önce geçmiş tepelerin üzerinden. Tepeler tam da güneşin geçtiği yerde çevreliyorlar Tekirdağ şehrini.

  Güneşin sessizce çekildiği gök tam bir kasvet gösterisi içindeydi. Kara bulutlar muazzam bir karalığa çocukken bizi korkutmak için ninelerimizin çağırdığı “Kara Recep” efsanesine ulaşmışlardı. Beyazlık, mavilik büyük siyahlığın, evrendeki kara deliklerin büyük yıldızları, galaksileri yuttuğu gibi yutulmuştu.

 Yüzmenin, saunanın, edebiyatın taze kırpıntıları, felsefenin öteden beri var olan tohumları hiç olmadık yerde yeşeren yosunlar gibi yeşil tutuyor içimi. Kara kasvete, muhteşem karanlığa baktığımda hiç de kara düşünceler içinde olmadım. Tam aksine güneşin izlerine, izlediği yola, yolun etrafında bulunan yönlere edebi derinliğin düşleriyle sarıldım.

 Güneşin yarım saat önce izlediği yol istikametinde bulunan otobüs durağına ilerledim. Beş metre önümde bir kadın yürüyordu. Büyük kara kasvet onu da ürkütmemişti. Saçlarını daha yeni yaptırmış. Bedenine baktığı giydiği kot pantolonunun üzerine oturuşundan, onun endamından belliydi. Büyük bir huzur içinde yürüyordu. Yüzünü görmesem de, omuzlarına düşen saçları, sallanış ve oynaşmamaları en azından bu akşamlığına yaşamın farkına varmış olmanın zenginliği içindeydi.

 Otobüsün gelmeyişini fırsat bilip tepelere yaradılış açlığıyla, odaklanmış gözlerim, senaryo yazan beynimle baktım. Güneş bilinen döngüyü tekrarlıyordu; tam 4,5 milyar yıldan bu yana. Az önce karşı tepelerin üzerinden geçmişti. Meriç ile Ege’nin buluştuğu Enez kasabasının üzerinden Semadirek Adasına, Yunanistan’a, Adriyatik Denizine ışınlarını yollayacak. Muhtemelen İtalya üzerinden Fransa’ya oradan da Biskay Körfezine geçecek. Sora, Atlas Okyanusu, o derin maviliğin bilinmezlerine kendi sırlarını ekleyerek ilerleyecek Amerika Katılarına doğru.

 Bir parça coğrafya bilgisi, birazcık tarih, arkeoloji, felsefe ve insanın muhtaç olduğu en güzel şey olan edebiyat yardımıyla kara kasvet nasıl da tiyatro sahnesine dönüşüverdi. Bir oyun oynuyordum günün geceye geçiş yeri olan tepelerin yakınında. Edebiyat ile beslenmiş, felsefeyle mayalanmış büyümekte zorluk çeken bir çocuğun oyunu…

  Oyun oynamayı seven İngiliz Şair William Wordsworth insanın yaşamını üçe ayırarak anlatmaya çalışmış;
  1. Çocukluk; her şeyin mükemmel olduğu dönem. 2. Ergenlik; sahip olduğumuz en değerli şeyleri unuttuğumuz dönem. 3. Yaşlılık; Bir kriz dönemi. Görüş yetimizde daralmanın başladığı dönem.
 Yaşamı anlamlı bulan, onun her anına bilim insanı, çeyiz hazırlayan genç kız titizliğiyle katkı yapan her düşüncenin önemi büyüktür. Wordsworth’un düşünceleri de önemi. Bu an, şimdi tam da ellerimizle tutup, değerli ayaklarımızla izler bıraktığımız zaman daha da değerlidir. Bence en şaşırtıcı olan da, insanın kendi zamanında kendi ürettikleriyle yaşama, bir sanatçı, zanaatkâr gibi bir şeyler eklemesi; yoğurmasıdır.

 Tekirdağ'ın batısına, güneşin yarım saat önce üzerlerinden geçen tepelere bakışımı, edebi gezintimi devam ettim. Tepelerin güney batısına yöneldim. Ganoslar; o eşsiz tepeler, vadiler üzerinden Uçmakdere Köyüne, kahveci İbrahim’e, çıplak meşelere, ıhlamurlara el sallayarak Şarköy’ün üzerinden Çanakkale Truva’ya ilerledim. Homeros’un büyük destanı, o büyü savaşı; Akhilleus, Hektor’un naralarını işittim. Zafer, yenilgi, var oluş ile yok oluş, çizgisine edebi ve felsefe titizlikle dokunup Assos’a Athena Tapınağına uğradım.

 Gördüm ki, hiçbir karalık, kasvet insanın kendi beyninde yarattığından daha büyük değil. Tekirdağ’ın tepeleri üzerine toplanan kara bulutlar da öyle. Çünkü ışık, mavilik, büyük sessizlik, üretkenlik hemen o kara kasvetin ardında; edebi, mimari, mühendislik, şehircilik, sosyallik; kısacası, bilim ve sanata önem vermişliği SELAMLIYOR…

 Güven Serin 

 




  

Hiç yorum yok: