26 Şubat 2015 Perşembe

SÜREKLİ TEHDİT HİSSİ İNSANLARI ÇILDIRTIYOR


Kamera; Güven Ganoslar

Işığın imbikten,tarihin koridorlarından,baharat kokulu diyarlarda
geçip yeryüzünü şenlendirdiği yer...

SÜREKLİ TEHDİT HİSSİ İNSANLARI DELİRTİYOR

  Gün geçmiyor ki bir vahşet diğerini altüst etme cesareti göstermesin. Sanki vahşetler birbiriyle rekabet içinde. Yer gök insan manzaralarıyla, hüzünlerle, kurtuluşa avuç açan insanlarla doluyor. O kadar… Medyanın bizim aynamız olduğu ortada. İstediği şeyi başköşeye oturtuyor. İstemediği şeyi hiçbir şekilde görmüyor. İnsanların gözünün içine baka baka kan, vahşet, kaza haberleriyle uyuşan insanların tıbbı açıdan tam olarak ne durumda olduğunu bilen hiç kimse yok…

  Bildiğim bir şey varsa; hastaneler ağzına kadar dolu. 2014 yılında ilaç rekoru kırıldı. Sağlık çalışanları inanılmaz bir koşturmaca içinde. Çare aramaya giden insanlarımızın çoğu, çaresiz, dermansız hastalıklara gebe olduğunu biliyor. Tesellisi nedir? Kader! Nasıl bir kader bu? Uygar ülkelerin insanlarının kaza, vahşet haberleri, insanların tepkileri, akademisyenlerin ve siyasetçilerin duruşları hiç görülmez mi?

  Yunanlı yönetmen yıllarca didinip durdu; insanlığı sınırlar, dinler, kirli politikalarla nefessiz, şifasız kaldıklarını anlattı durdu. O yüzden; ne İsa, ne de Musa’ya yarandı; hiç yaşamamış gibi sessizce ayrıldı. Geride bıraktığı filmler; bir gün insanlığın birikmiş, buza dönmüş gözyaşları, vicdan yasalarıyla didik didik edilecek. Eşelenecek; film sahnelerinden, sanatta yapışan ruhların bıraktığı ruhların yapı malzemelerinden tekrar sağlıklı, düşünen, sorgulayan insanlar doğacak.

  Theo Angelopoulos’un yönettiği Leyleğin Geciken Adımı filmindeki sahnede geçiyor bu konuşma;

“ Sürekli tehdit hissi, insanları delirtiyor.”

 Gerçek tüm çıplaklığıyla gözler önünde. Ülkemin gerçekleri de, dünyanın gerçekleri de öyle…

 Durmadan ölüm, öldürme üzerine oluşan gündemleri seyreden gençlerin vicdan, şefkat, yaşama dair sağlıklı düşünceleri ne halde? Daha da robotlaşıp hislerinden sıyrılıyorlar mı? Yoksa bu kadar korkunç olayların olduğu bu dünyada “ BİZİM İŞİMİZ NE?” sorgulamasını yaparken, ağır ağır beyin hücrelerini kaybediyorlar mı?

 Brezilyalı şair Thiago insan yasası şiirinde belki de sanatçı sezgileriyle bir şeyler anlatmak istedi; buruk bir kargaşa teslimiyeti içinde yaşayan sıkışık insan sellerine.  Thaago, insan yasası şiirinde şöyle sesleniyor;

Bu yasaya göre
Buyruk yoktur artık, yasak yoktur.
Her şeye izin verilmiştir.
Gergedanla bile oynayabilir insan
Ve ikindiüstü yürüyüş yapabilir
Elinde kocaman bir begonyayla…

  İnsan yasaları insanlığı yerin yedi kat altından gökyüzünün yetmiş yedi katına taşımak üzere. Yıllardır uzayın derinliklerine uydular, uzay araçları yollanıyor. Yakın zamanda insanlı uzun yolculuklar, uzayda insanların yaşam kolonileri duyacağımız sıradan haberler olacak. Ama bütün bunlar olurken, insanlığın geriye kalan kısmı; sınırlar içine; her türlü eskimiş, tükenmiş insan yasalarına teslimiyet içinde, topluca çıldırırsa ne olacak?

 100. Maymun ne zaman ortaya çıkacak?

 Yakın zaman önce batı kökenli bir belgesel izledim. Yaşlı bir adama, sıhhatli bir gençten daha neşe, bilgi, görgü içinde ülkemizi tanıtıyor. Özellikle İstanbul-Kapalıçarşı bölümü… Seyrederken imrendim. Bizim ülkemizde mi bütün bu insanlar diye kendi kendimi ayıplı bir utangaçlıkla sorguladım.

 Kapalıçarşı esnafını tanıtırken 1973 yılında ülkemize gelip yerleşmiş Amerikalı bayan esnafla da röportaj yaptı.  42 yıl önce ülkemize gezmek amaçlı gelmişler. Gelir gelmez; “ işte benim yaşayacağım yer burası; bu ülke!” deyip burada esnaf olmaya karar vermiş. Gözlerinin içi gülüyor.

 Yaşlı adam ona sordu; “ Ne buldun burada?”

  42 yıl önce yerleşen artık ülkemizin değerli bir ferdi olan Amerikalı kadın içtenliğin yüceliğiyle, insan hissiyatıyla cevapladı;

 “ Burası büyük uygarlıkların yaşadığı çok zengin bir memleket; sevdim burayı. Mutluyum.” Bütün eksikliğe, kargaşalara rağmen, kendi doluluğu, birikimiyle; tarihe, felsefeye, folkloru, sanata sarılarak; bizim tüketmekle meşgul olduğumuz bedenleri, ruhları ve ülkemizi seven Amerikalıyı izlerken; sevginin, SEVMENİN ne büyük lütuf olduğunu mahcubiyet içinde izledim.

 Güven Serin 





 

  

2 yorum:

MAVİ dedi ki...

Evet Güzel Dostum,

Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.

Yazını okurken, zihnim; zamansız zamanların içinde dolaştı ve dünyada var olan en nadide şeyin yine sevgi olduğu gerçeğinden ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.

Tehdit ve şiddetin ekranlarda ve sokaklarda boy göstermeye devam ettiği,
sonucu malum bir seçimin, seçimi malum savaşlarla kesiştiği ölümleri izlemeye devam ediyoruz.
"ne hırsızdan haber var
ne işsizden
ne savaştan
sırnaşık medya gözlerinden utanmıyor..

Şiddetin ve gözyaşının ekranları aşıp ruhumuza, bedenimize bulaştığı bu süreçte, travmasız yaşamak mümkünmü ?

İstenildiğinde en kötü şartların bile ambalajlarla süslenip gözümüze hoş gösterildiği bir algı yönetimi.
En basit tanımıyla aldatma şöleni yaşıyoruz.


Bilincine, evren sevgine şükranlarımla teşekkür ediyorum..

Olcay Kasımoğlu

GÜVEN SERİN dedi ki...


Dostum,görünen o ki,insanın yürüyüşü,yüklediği kavramlar hiçbir zaman bitmeyecek. Kiminin yiğitlik dediğine,kimi vahşet der. Kiminin namus dediğine kimi eğlence... Bilim en doğrusunu söyler. Sanat en insancıl olanları,en zarif,en hoş koridorlarla danslarla çoğaltır,yüceltir. Muhteşem hız,harika ve korkunç değişimlerde bize düşen şey;sevgiye,bilime,sanata ve felsefeye sığınmak... Teşekkür ederim;saygılarımla sevgili dost..