Kamera; Güven Karadeniz
MERHABA ADINI BİLMEDİĞİM KİŞİ
Telefonun karşısında bir hanımın sesi; tahminen 10
yaşlarında küçük bir çiçeğin. Sanırım aradığım kişinin telefonunda ismim
kayıtlı olmadığından açılan telefondaki ses;
“ Merhaba adını
bilmediğim kişi. Annem telefonu evde unutmuş. Kendisi büroda.” Bu seste, ne bir
oyalama, ne bir kuşku, ne bir başka şey vardı. Bir an önce, çalışan bir annenin
kızı olduğu için ve anne telefonu evde unuttuğundan ona ait olmayan telefona
bakıp, en hakiki, en kestirme ve en duyarlı cevabı vermek oldu.
Bu genç hanım, sesine
yansıyan öğretici baloncuklar konuşmayı şöyle tamamladı;
“Bay bay…”
Ve ben, hiçbir şey
söyleyemeden, “merhaba” bile diyemeden,
arayacağım diğer numaranın peşine bile düşmeden, 10 yaşındaki hanımefendinin
öğretici terbiyesiyle şaşkına döndüm.
Niçin?
Yapaylık, kuşkular,
gereksiz sorular ve esas meramımızı anlatamamak o kadar büyük boyutlu oldu ki;
bunca bilgi, bunca görgü deryasında bile konuşamıyoruz. İletişim eksik…
Peki, ama neden?
Canlılardan, bu canlıların en kıymetli, en zeki olanı olan insanlardan bize
yayılan frekansları karıştıran, bize ulaşmasını engelleyen şey ne?
Korkuyu, çekinceleri
iyi tanımlayamama! Beynimiz oldukça gelişmiş bir bilgisayardır. Ama hisleri
olan bir şey… Ne kadar çok görgü, nezaket, çok boyutlu muhabbet, yaşanmışlık
doldurulursa o kadar.
Bir dostum bir
zamanlar konuşmasında şu sözcükleri söylemişti;
“ Muhabbet, sohbet
dostluğun ön sevişmesidir.”
Hakikate, dünya
kalıcı huzuruna; bütün mevsimleri, bütün hadiseleri algılayarak erdemli ve
dimdik bir bedenle yürümek; hangi yaşta
olursa olsun ilerlemek, çok özel bir tercih, çok muhteşem bir donanım olmalı…
Çoktan beri moda
olan bazı seslenişler var; “ Kendine iyi bak!” Peki, ama bu kadar güzel bir
temenni bu kadar güzel bir şekilde eskitilir mi? Kendine iyi bakacak bir insan,
bakmanın bir ömür sürecek bir şey olduğuna inanmamışsa, bu kadar kolay bir
sesleniş, iyi bakmayı tetikler mi? Zor…
Bir de şöyle düşünelim; kendine iyi bak diyen kişinin çoğu
zaman kendine iyi bakmamış bir beden, parçalanmış bir ruh taşıdığını görüyorum.
Acaba, bu iyi bakmamışlık mıdır, bu moda sözcüğe sarılmak; bir kuru teselli
midir kendisine…
Bu âlemi şiir tadında
yaşayan bir dostum oğlu ile yaptığı bir diyalogu anlamıştı bana. Oğlunu geziye
göndermiş. Gezi dönüşü küçük beyefendinin üzerinde bir sürü kene görünce
şaşırıyor. Meğer küçük beyefendi gezide bir köpeği çok sevmiş.
Dostum seslenmiş
oğluna;
“ Ellemeden sevseydin
ya!”
Küçük beyefendinin
verdiği cevaba bakar mısınız?;
“ Dokunmadan sevemem ki! “
Yaşamın hangi
tarafında, hangi unvanda, yaşta olursanız olun; elbet dokunmayı da bilin. O
zaman seslenişler, anlatımlar yavan kalmıyor. O zaman, kuşkular, korkular
PARANOYAK bir yaşam sıyırmasına dönüşmüyor.
Bu çalışmama ciddi
bir ruh katan, küçük hanımefendiye, beyefendiye eğilerek selam ediyorum; ne
muhteşem sesleniş; hakikat, nezaket, doluluk ve insan kokuyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder