Kamera; Güven Bir Akşam Üstü...
BİR AKŞAMÜSTÜ ve 50. YIL ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİ
Bildik olan yere;
Emine Hanım ile Ömer Bey’in çay demledikleri, kahve pişirdikleri esintinin bol
olduğu; yelken kulüp çay bahçesine gittim. Bildik esinti; sahili yalayan
dalgalar; ağır ağır geceye doğru akan gün…
Bir mekân sizi
çekiyorsa, döngünün çekim kuvvetine girdiyseniz bunun birçok sebebi vardır.
Yelken Kulüp çay bahçesine gitmemizin en önemli nedenlerinden birkaçı; esinti daima
orada; bedeninizi kimi kuzeyden, kimi batıdan, kimi güneyden esen doğallık ile
yalayan esinti… İkincisi ise; Ömer Bey ile Emine Hanım'ın samimiyetleri; kendi
ellerinden emekleriyle ortaya çıkarttıkları güzel ağırlama töreni…
Bir tören daha
yapılıyordu yılsonu mezuniyet törenleri adına. 50. Ortaokul Öğrencileri; küçük
hanım ve beyler artık liseli olma yolunda yeni bir döneme başlayacaklar. Onlar
da öğretmenleri, öğrenci arkadaşlarıyla geçen zamanı, zamanın insan bedenine
bıraktığı anılar; coşku, dönüşüm heyecanıyla birlikte yılsonu etkinliğini,
müzikle, yemekle ödüllendiriyorlar.
Denizin heyecanı,
ayın ışığı ile ortaya çıkan ışık yolu; genç hanımlar ve beylere güzel bir
görsel şov; arka fon; sihirli bir ortam sunuyordu. Emine Hanımın hal hatır
sormasından sonra gelen çayımı ağır ağır yudumladım; müziğin, gençliğin olduğu
piste bakarken.
Müzik kendi ritmini,
denizin sahili yalayan sesiyle birleştiriyor; ben de bu birleşime güzel bir
ayak hareketiyle karşılık verdim. İçim içime sığmıyor; bir yandan da yazın
dünyasına adanmış olmanın alışkanlığıyla gözlem yaptım. Dikkatle baktıkça,
harika gösterinin ne kadar yetersiz, ne büyük yetmezlik içinde geliştiğine
tanık oldum.
Beni şaşırtan şey
neydi?
Bir tarafta kızlar,
bana yakın tarafta ise erkek öğrenciler eğlenmeye çalışıyordu. Kızların
giyinişleri tam da geceye uygun; hepsi birer genç kadın zarafetindeydi. Ya
erkeklerin ki! İnanılmaz bir uyumsuzluk, özensizlik söz konusuydu. Bu geceyi
önemsemedikleri için mi? Yoksa erek adam, ne yapsa yeri; fazla zarif olmaya
gerek yoktur, alışkanlığı mı?
Bir başka rahatsızlık
sebebim ise inanılmaz bir burukluk yaşamama neden oldu. Çocuklar onların
eğlenmesi için havaya yayılan müziğin ritmine uyum sağlamayı bilmiyorlardı. Ne
garip bir şey ki; ne kendi kültürümüzün müziklerine ayak uydurdular, ne batı
müzikleriyle dans edebildiler.
Çocukların eğlenme
hareketlerini tam bir cümbüş gibi; hoplama, zıplama bile diyemeyeceğim, gelişi
güzel kalgımalardan başka bir şeye benzetemedim. Kızlar biraz da olsa müziğin
ritmine uyum sağlamaya, sanki genlerinde olan coşkuyu ortaya çıkartmaya çalıştılar.
Gençleri imrenerek
aynı zamanda üzülerek izledim. Hayatın içinde, matematik, fizik, biyoloji
olduğu gibi; müzik, dans, eğlence de var. Bunlar ne kadar çok çoğalırsa,
toplumun olgunlaşması, rahatlaması o kadar çok oluyor; gergin, deşarj olmamış
çocukların; okulunda, evinde doğal ve huzurlu olmaları mümkün mü?
Bu kadar sosyallik,
muhteşem bilgi akışı, imkânlar neredeyse evlerden taşıyorken; ortaya çıkan bir
gerçek; İÇİNE KAPANAN insanlar hızla çoğalıyor. Sağlık harcamalarında
hapa-ilaca; psikolojik tedaviye harcanan ilaçlara her geçen gün artıyor.
Gençliği, bu kadar
çok; eğitime, işe, çalışmaya büyük alaka varken; “Milli Eğitimin”, ülke
geleceği hakkında karar verecek diğer sorumlu kişilerin sınıfta kaldığı
ortadadır. Ezber eğitimle, sürekli değişen milli eğitim politikalarıyla,
serseme çevrilen gençlerimiz; kendi kültürlerinden süzülen, yüzyıllardır
uygulan müzik gösterilerine, oyunlara, toplumsal nezakete uzak kalmaları;
vicdan, görgü, bilgi sahibi her insanı üzer…
Yelken Kulübün
yakamoz ile kavuştuğu sahil kenarında her şey vardı; çay, kahve, samimiyet,
müzik ve gençler. Bir şey yoktu; gençlerin müziğin ritmiyle, eğlenecekleri
oyunların içinde olmamaları!
Sanatın bir parçası
olan müzik, dans; en az matematik, fizik, kimya kadar önemlidir. Her türlü
kabalığa, depresyona iyi geldiği ortadayken; bu çocuklar ne dansı, ne zeybek,
ne karşılamayı bilmemeleri, uygarlığın bir parçası değil; uyurgezer
yöneticilerimizin gençliğin ihtiyaçlarını, görgülerini takip edememelerinden
ortaya çıkan korkunç bir özürdür…
Güven Serin
2 yorum:
Denizin kokusunu alır gibi oldum. Köye yerleştiğimizden beri özlediğim şeylerden biri de deniz. Burada çam ormanları ve kuş sesleri beni teselli etse de Akdenizli genlerim denizi özletiyor.
Evet insanlar içe kapanır oldu. Beraberinde asosyal davranışlar ve zayıflayan insani ilişkileri de getirdi bu durum. Sanatla ilgili görüşlerinize katılıyorum. Selamlar..
Teşekkür ederim Begonvilli Ev. Eğer kokuları duyumsamaya devam ediyorsak, sesleri, çığlıkları ayırt etmeyi şaşırmadıysak,yaşam bizi heyecanlandırmaya,bizim için anlamlı olmaya davam ediyordur. Saygılarımla...
Yorum Gönder