Kamera; Güven
Sağlıklı olmak,taze ve dinç kalmak, ne güzel şey...
KÖPEĞİN HİKAYESİ
Bir kedi sıcak bir
yer, onu okşayan ve doyuran bir el bulunca mutludur. Doğanın sancılı
değişimlerinden daha da mutlu olmak için çağrıya kulak verir ve evrensel
döngünün dönüşümü için miyavlar durur.
Aynı şey, bir köpek
içinde geçerlidir. Onu seven, doyuran bir insana tüm ömrünü adar. Ondan önce
yola düşer, ondan önce tehlikeyi sezer ve canı bahsine yüklendiği görevin, bir
parça ekmeğin ve saygının bedelini öder.
Uygarlığı
ilerlettikçe, sevdiğimiz bütün hayvanları kentlere, aynı bizlerin yaşadığı
yerlere; yani kafeslere, vitrinlere sıkıştırıp, aklımızca daha da uygar
davranmış olmanın onuruyla, pek de insanca çalım saçıyoruz.
Kediler, kuşlar
kafeslerde, köpekler zincirli tasmalı ellerde seviliyor, gezdiriliyor. Balıklar
çok yakınımızda, kuşlar da öyle, köpekler de… Bu canlıların şanslı olanları
var; yedikleri önünde, yemedikleri ardında. En ufak rahatsızlıklarında hayvan
doktoru ayaklarında şifa dokunuşlarıyla şımartır güzel hayvanımızı.
Büyük usta Doğan
Kuban insan vicdanı ve insanın bilgi ile evrene yapacağı o erdemli yolculuğu
taşımanın uyarısını son nefese kadar yapmaya devam ediyor;
“ Çayıra salınan at, eşek, koyun mutludur. Karnı tok, uyuyan
kedi mutludur. Uygarlıkla ilişkileri yok. Çiçeğe konan arı da mutlu olmalı!
Belki farkında değildir. Onun balını yiyen ayı da mutludur. Ama uygar değildir.
Kaldırımda uyuyan köpek mutludur. Ama onun yanından geçen mutlu değildir.
Bunları birlikte yaşatan belediye uygar değildir. Yolları otopark olarak
kiralayan belediye mutlu olabilir. Ama uygar değildir. Kaldırıma çöp bırakan
mutlu olabilir. Ama uygar değildir.”
Şehrimin mutlu ve
uygar insanlarına seslenmek isterim. Eğitimi, öğrenimi, değişen dünya
sahnesinde yol alma yolculuğunu iyi algılayıp, iyi kokluyoruz. Eğitim düzeyi,
okur-yazarlık, ülke sıralamasında araç sahip olma, markalar arasında
bilgiçlikle, parsel, pafta kavgalarında, güzel giyinip, bir yerlere gitme,
görme, yeme-içme anlamında oldukça başarılı görünüyoruz. Sanırım kendimizi
Anadolu'nun belli yöreleriyle kıyaslarken oldukça uygar olduğumuzu da
düşünüyoruz.
Peki, ama şehrimizde
yaşayan hayvanlar için uygarlığın neresindeyiz? Köpekler, şehrin bütün
sokaklarında sığınmacılar gibi yaşıyorlar. Hangi evin, hangi sokağın onlara
zarar vermeyeceğini koklayarak ve onlara yaratıcının verdiği o içsel sezgilerle
anlayıp o sokağa, o mahalleye taşınıyorlar. İstedikleri tek şey; bizlerin
artıkları… Ne temiz, yumuşak ve klorsuz bir su, ne de az pişmiş bir parça
bonfile. Ne verirsek, onunla mutlu olmanın, onun hatırına bizim için avlamanın,
etrafı kontrol etmenin bekçiliği içinde büyük gösterinin büyük şölenini
tekrarlayıp duruyorlar.
Şehrimizin yeniden
şekillendiği, spor salonlarının, tesislerinin; kısacası milyonluk yatırımların
yapıldığı yerde bir köpek yaşıyor. Yaşadığını sanıyorum! Kuyruğu kuru bir dal
gibi sallanıyor. Tüyleri çoktan dökülmüştü. Dişi bir hayvan olduğunu,
kavrulmuş, uzamış, neredeyse yapma birer memeye dönmüş uzuvlarından
anlıyorsunuz. Gövdesi bir iskelet ve o iskeletin kocaman bir başı var. O başa
bakınca eğer insan kalan bir tek hücreniz varsa, kendinizden utanacak kadar
utanmaz bir insanın varlığını buluyorsunuz.
Bu köpek kim bilir
kaç zamandır hasta. Deri hastalığına tutulmuş. Hâlbuki bir tek iğne ve bir tek
hapla iki hafta içinde düzelecekken, neredeyse ölümle dans ediyor. Belli ki bu
hastalığa yakalanalı aylar geçmiş.
Bu köpeğin sağlıklı
olduğu zamanlarında tüyleri nasıldı bilemiyorum. Avlaması, insanla oyun
oynayıp, onunla birlikte koşması nasıldı; hiç görmedim. Gördüğüm şey, tam bir
insanlık trajedisi.
Bu hayvanın sığındığı
yer yakın zamanda şehrimize yapılan en büyük yatırımlarının olduğu yer; Olimpik
Yüzme Havuzunun ve Atatürk Spor Salonunun olduğu büyük, gösterişli binaların
hemen kıyısında yaşama tutunmaya çalışıyor. Bu mekanlara her gün onlarca,
yüzlerce insan geliyor. Çoğunun pahallı arabası, pahallı parfümleri ve
canlarını verecekleri güzel çocukları var.
Bu insanlar,
markaları iyi bilirler. Hangi unvanlara saygı göstereceklerini, kimlere
sırıtıp, kimlere kucak açacaklarını da iyi bilirler. Bu insancıkların
muhtemelen süs köpekleri, kedileri ve vitrinde şımarttıkları kuşları da vardır.
Ve bu insanların araçlarını park ettikleri büyük gösterişli spor tesislerinin
yanında yaşayan bir köpek var; kocaman başı, hiçbir yere şikayet dilekçesi
yazmamış vicdanıyla; sadece yaşamak için daha ölmemiş olmanın haberdar lığını
yapıyor.
İki haftadan bu yana
geç ta kalınmış olsa ilaç tedavisine başladım. Zaman zaman karnını doyuracağı
yemekleri getiriyoruz. En son gelişimde yine aynı yerde; o büyük, pahalı
tesisin hemen yanında yaşamak için uyuyordu. Eskiye göre biraz tüyleri çıkmış
olsa da, kuyruğu yine kuru bir dal parçası gibi. Memeleri kararmış, uzamış ve
çoktan süt vermeyi unutmuş ölü bir bedenin ölmüş uzuvları gibi iğrenç, lanetli
bir hal içinde.
Beni gören bu köpek
yaşamın en güzel belirtisi olan yaşam hatırına koşturarak geldi. İnsan şaşıyor,
yaşamdan çok ölümü temsil eden bu hayvan nasıl bu kadar yaşam savaşı veriyor
diye. İkinci hapını verdikten sonra bizlerin beğenmediği, bizlerin değersiz
artıklarını sütle karıştırıp önüne bıraktım. Öyle bir yiyor ki, öyle bir iştah,
gayret içinde ki, ölü bir bedenin, tekrar yaşama girmek için, arınmanın o büyük
değişimin gelişimi için sanki tekrardan suya batıyor; batıyor ki, arınmış,
yenilenmiş olarak tekrar sudan çıksın yaşama…
Pahalı araçlarınızla, değerli çocuklarınızla Olimpik Yüzme
Havuzunun, Atatürk Spor Salonunun ve ölümlere ev sahipliği yapan eski
mezarlığın yanından geçerseniz, Atatürk Spor Salonunun kantini yanında henüz
tüyleri çıkmamış, kuyruğu kuru bir dal ve kocaman bir başı taşıyan bir iskelet
göreceksiniz; lütfen, insan olduğunuzu hatırlayıp, sizlerin beğenmediği
yiyecekleri getiriniz. Ve sadece o köpeğin, yaşama duyduğu minnet duygularının
yine yaşama nasıl çaba verdiğini, ne büyük bir iştah, hız ile yiyecek yeme
ustalığını izleyiniz…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder