Kamera; Güven Pera Müzesi-İstanbul
KARA ÇALMA ÖYKÜSÜ
Salih Özbaran ile Zeki Arıkan’ın ortak çalışması; tarihe,
bilgiye, analitik düşünceye adanmış bir insanın 1970’li yıllarda yaşadığı hazin
bir öykünün hikâyesi…
Bu hikaye Şerafettin
Turan’ın hikayesidir; Dil ve Tarih-Coğrafya Dekanlığı, Türk Tarih Kurumu
Üyeliği, TRT Yönetim Kurulu Üyeliği, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı, Türk Dil
Kurumu Başkanlığı, çevirmenliği, araştırmaları, makaleleriyle bilgi ve
görgü-düşünce dünyamızı zenginleştiren insanın öyküsü…
Bazı makaleler
vardır, okursunuz ve oradan ayrılamazsınız. Tıpkı, bazı mekânlar, bazı
insanlar; tanışınca ayrılmanın hüznünü ve tekrar buluşmanın özlemini
hissettiğiniz gibi; Şerafettin Turan’a kara çalma öyküsü, makalesini okuduğumda
bu duyguları hissettim. Onun fotoğrafa yansıyan onurlu geçmişi insan kılığında
ışıklar içinde çok şeyler anlatıyor; emeğin, insana ve doğaya, geçmişe
duyacağımız saygının, bilgi ve görgü ile döllenecek bir toplumun uzay
zamanlarına hazırlık yapan bir misafir heyecanı içinde olabileceğini de gördüm.
Salih Özbaran ve
Zeki Arıkan’ın ortak çalışmasında Şerafettin Turan, kitabında anlattığı kara
çalma öyküsünü şu şekilde özetliyor;
“ 17 ay 16 günlük
zamanımı, üstüme atılı bir suçun haksız olduğunu kanıtlamaya çalışmakla
harcamıştım. Bu nedenle ilk aşamada, aklanmama sevinmek ile kaybolan zamana, bu
sürede harcamak zorunda kaldığım emeklerime ve basında çıkan yanlı haberlerin
de etkisiyle duruşmalar boyunca tanıdıklarımdan çoğunun benimle karşılaşmamak,
konuşmamak için düştükleri gülünç hallere acımak arasında kesin bir ayrım
yapamadım.”
1971 ile 1974 yılları
arası süren kara çalma davası, Şerafettin Turan’a yapıştırılan suç ise “
Anayasayı tebdil ve tağyir” suçlaması olmuştur.
Demokrasinin,
hukukun, adaletin sağlanması, bir halkın ve o halkı yönetenlerin vicdanı, aklı,
bilgisi ve görgüsüyle yakın ilişki içindedir. Mantığı ile yargılamayan,
düşündüklerini söylemeyen toplumlar; iki şey çıkartır; ya Kahraman, ya hain…
Duygularıyla sarılır; aklın, bilimin, düşüncenin o yüce kuvvetiyle değil; işte
o zaman; ya kahramandır, ya da ahin… Böyle, nice aydınlık saçan değerlerimizi
kara çalarak, hapse atarak, öldürerek yokluğun o derin kuyusuna yolladık.
Bir ömür harcayıp da
hayattan hiçbir şey anlamayanların uyuşuk yaşamı için yılların, aylarlın,
günlerin hiçbir önemi yoktur. Fakat Şerafettin Turhan gibi yüksek değerlerin
zamanı değerli ve pahalıdır; araştırır, düşünür ve merhameti yok olmamış vicdan
ile yorum yaparlar; bilirler ki bu yorumlar, bu çalışmalar birer yol olacak;
karanlığın, cehaletin kasıp kavurduğu zamanlarda hepsi birer besin olacaktır.
Sadece belli
zümrelerin elinde olan yönetimler-idareler “öç alma” sevdalarından hiçbir zaman
vazgeçmezler. O yüzden, aydınlık-aydınlanma, bilinç ve bilinçlenme onları
korkutur. O yüzden Şerafettin Turan gibi büyük değerleri daha başından
karalayıp yok etme aşkı yaşarlar…
Sözü Salih Özbaran’a
bırakmanın ve bu değerli insanları, sadece bizlere değil insanlığa bir armağan
olarak kabul etmenin hisleri içindeyim;
“ Bu denli değerli
bir tarihçinin, Şerafettin Turan’ın başarılarla yürüyen yolunda atılan çamurun
öyküsü: gülünç ve acınası; zavallı ve insafsız! Yakın bir geçmişi günümüzde
değerlendirmek isteyenler için, üniversite ile mahkeme arasında olup bitenleri
anlayabilmek için, ustalıkla ve görgü tanığı olarak yazılan bir kitabın hazin
öyküsü.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder