26 Ağustos 2013 Pazartesi

İPEK KOZASI ve FETRET DÖNEMİ


Kamera; Güven SU PERİSİ- BERGAMA

İPEK KOZASI ve FETRET DÖNEMİ

  Birisi tabiatın mucizesi, değeri insanın yarattığı büyük kavganın eseri… Fetret, altı yüz yıl sürecek büyük imparatorluğun sonu olabilecekken belki de güçlenmenin, yenilenmenin de başlangıcı oluyor. Dağılma sürece, inanılmaz bir yükselişe geçiyor; 11 yıllık büyük kargaşa ve kavgalardan sonra…

 Duraklama, kargaşa, yanlışa düşme insanın günlük hayatında da sürüp gider. Doğru irdelemeyle, her kavga, irdeleme en büyük kargaşaların, kayıpların, kırgınlıkların ilacı gibidir. Yükselişe geçer insan; kaybedişin büyük acısını duyumsayarak…

 Çok yakın zaman önce iki insanın; bir kadın ile erkeğin ayrılığına tanık oldum. Oturduğum yer Kadıköy, boğaza bakan bir çay bahçesi. Yeşilliğin farklı tonları toprak kokusuyla döllenirken, boğazın akıntısı, geçen büyük tankerler ve yolcu taşıyan gururlu vapurlar, martı çığlıklarıyla güne karışıyordu.

  Kahvaltımı yeni bitirmiştim. Boğazı, Marmara ile birleştiği büyük açıklığı ve karşı kıyıları seyrediyordum. Topkapı, Muhteşem Ayasofya, Sultanahmet Camii, Yeni Camii, Galata Kulesi ve sağ tarafıma kalan Kız Kulesi; hepsi ayrı mimari ve hikayeler ile geçmişin bugüne olan köprüsü gibiler.

 Yan masama bir kadın ile erkek geldi. Yüzlerine bakınca, büyük bir kırgınlığın son buluşması olduğuna kanaat getirdim. Erkek, yer yarılsa yerin yedi katına girecek durumdaydı. Kadının kahve gözlerindeki öfke, büyük akıl irdelemeleriyle muhteşem prensiplerin inatçı kararlılığına bürünmüştü.

 Erkek kadına yalvarırcasına ve ben orada yok-muşçasına konuşmaya başladı;

Ey sevgili; bir kozaya, ipek kozasına dönüşmeye başladığımı hissediyorum. Duyduğun halde ses vermiyor, konuştuğun halde konuşmuyorsun! Hani, dut yiyen o küçük böceklere dönüşmenin telaşı ve sancısı içindeyim. Böceklerin önüne dut yapraklarını değil, bizim yaşanmışlıklarımızı, anılarımızı, sevgimizi atıyorum.

 Bu kozadan ya küçük bir kelebek çıkacak, çok kısa bir zamana adanmış, ya da köylü bir genç kızın ellerinden dökülecek sımsıcak bir suyla haşlanacak ipek… Belki bir tele dönüşeceğim; ipek teline, bir esere can verecek incecik, yumuşacık dokunanları mutlu edecek bir şeye…

 Erkek, sesindeki bitkinliğin son haliyle sesleniyordu kahve gözlü, siyah saçlı kadına. Sevgi dolu kadın, içindeki büyük sevgisini çok derinlere itmiş; belli… Kırgınlığı, kızgınlığa dönüşmüş;

 “ Beni kırmadan önce düşünecektin bunları; sonsuz kredin vardı. Ama hepsi bitti; anla artık. Kendine başka bir yön çiz lütfen! Bu ilişkiden hayır gelmez! Sürekli aklımda senin söylediğin yalan olacak. Ben varken başkalarıyla buluşmanı içimden atamayacağım.”

 Erkek, Kadının büyük suskunluğundan sonra gelen cümleler karşısında büyük piramit’in altında kalmışcasına ezilen ruhuyla birlikte dermansız bedeniyle dik durmaya çalışıyordu. Kadının ağzından çıkacak bir “af” sözcüğüne muhtaçlık içinde yalvarıyordu. Bir erkeğin pek görülmeyen yalvarışlarından…

  Sevmişlik böyle bir şey işte… En kalabalık mekanlarda bile etrafı görmezsiniz. En büyük sevdayı kaybetme zamanı içine düşmüş olduğunuz girdabı anlar çaresizliğin savaşını verirsiniz.

 Savaşlarda kararlılık, kızgınlık önemlidir. Öldürmeye, yok etmeye inanmışsanız ilk vuran siz olursunuz. Çaresizlik ve kararsızlık, şaşkınlık içindeki rakip, sele kapılmış hayvan gibi ürker; en dar olan geçidin toprak, kaya parçalarına tutunmak ister. Akıntının şiddetine içsel bir korku duyarak yalvarır; bağışla beni, der ölümün ıslaklığını hissederken üzerinde.

 Erkek ne söylediyse kadın o kadar kararlı ve kırgın aynı zamanda kızgın… Solon, çöken ve eriyen erkeği sevmiş olan kadının kızgınlığı bu sevgiyi perdelemiş belli.

 Erkek, Kadıköy çayhanesinde vapurların hiç durmadan gidip geldiği kıtalar arasında sevdanın çaresiz ölümünü yaşarken, o büyük olayı FETRET dönemini düşündüm. Osmanlı İmparatorluğu için belki de yok oluşun eşiğinde tekrar var oluşun; büyük kavga ve kargaşanın akıl, irade, tecrübe ile yenilip, yenilenmenin o büyük çıkışını düşünerek; kahve gözlü kadına seslenmek istedim;

 Af ola ey kadın; büyük yenilenmeler, büyük sevdalar aynı zamanda kayıplara, hatalara da muhtaçtır. Aynı zamanda şiirler, romanlar ve hikâyeler de muhtaçlık içindedir sevdanın sevgilisine…

 Güven Serin



Hiç yorum yok: