Kamera; Güven Kaş
Gün doğuyor mu, batıyor mu? Ne önemi var, içimizdeki doğumlar
ölümlerden fazlaysa, insan; inanılmaz badirelerin içinden
bugüne gelmişse, sanatı, felsefeyi, tarihi,müziği, sporu ve
arayışı bilmiş,seçmişse; bir sürü lafa ne gerek var?
BİTİŞ, BİTMEYE YAKIN OLMALI!
İki güzel, iki
bakımlı kadın kahvelerini içerlerken, çok önemli konularını, önemsedikleri
halde dışarı, yan masaya taşıracak kadar konuşuyorlardı. Siyah saçlı kadın,
biraz da kendine fazla güvenmişliğin gururuyla seslendi uzun sarı saçlı zarif
kadına;
“ Gemileri yakmalısın” dedi. Evet, siyah saçlı kadın böyle
buyurmuştu. Hangi gemileri ve nasıl yakacaktı uzun sarı saçlı zarif kadın;
bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var, masadan kalkacağım halde kalkmamaya
karar verdim. Yan masada, iki zarif kadının olduğu yönde belli ki çok önemli
toplumsal bir sorunun çözümü araştırılıyordu.
Kadınlar Türk kahvesi
içiyordu. Bende bir orta şekerli söyledim. Montumu tekrar boş sandalyeye
koydum. Güneş yeniden doğmuş, gecenin buz kesmiş hali yok olmuşcasına, bir
yazarın, çizenin hakiki özüne dönüş heyecanı içinde kulaklarımı dört açtım.
Zaten, kadınların beni umursadığı da yoktu. Çünkü şehre yabancıydılar. En
azından öyle sanıyorum. Bu kadınları bu çay salonunda hiç görmedim.
Sarı saçlı olanın
lacivert pantolonu, mor bluzu, pembe çizgilerle gülümsüyordu, siyah bluzlu,
siyah saçlı kadına. Bir düşünce sardı yan masanın misafirlerini. Siyah saçlı
kadının kararlı ve gururlu kati seslenişi; “gemileri yakmalısın” uyarısı, zarif
sarı saçlı kadını oldukça düşünce içine soktu.
Güneş kendi görevini
milyar yıldan beri yapmanın ışıltılarıyla bir kez daha ışık saçıyordu.
Işınların mutluluk çağrısı, yaz kokusu içeriye kadar, kadınların bulunduğu
yerden bana kadar geliyordu. Çay salonunun içerisini yasemin kokusuna benzeyen
kokular doldurmuştu. Ciddi bir konu tartışılıyordu tartışılmasına ama içeriye,
yüksek bir yaşam sevinci çığlık çığlığa yayılıyordu.
İki kadın, iki
arkadaş uzunca bir süre konuştular. Konuşmalarından ortaya çıkan şey daha da
netleşti. Sorun, sarı saçlı zarif kadının evliliğiydi. Şu sıralar biraz
sorunlar yaşıyordu. Küçük bir kızı vardı; bu sorunlara esnek, yumuşak bakmasına
sebep olan. Ona, keskin sirkenin küpüne zarar vereceği nasihati veren siyah
saçlı kadın ise hiç evlenmemiş, hatta hiç anne olmamış. Ama arkadaşına,
arkadaşlığın yüce hatırına yaşadığı evlilik tökezlemeleri için ; “ gemileri
yakmalısın.” Diyor, hatta bu değişinin tam etkili olmadığını görünce, biraz
daha keskinleşmeye başlayarak;
“ Sana sesleniyorum,
artık, gemileri yakmalısın! Bana öyle geliyor ki sen kendini aldatıyorsun!
Kızını bahane ederek bu evliliği devam ettiriyorsun.”
Uzun ve sarı saçlı
zarif kadın arkadaşının bütün söylediklerini bedeninde kasılmalar eşliğinde
nazikçe dinledi. Ve sonra, bütün yalnızlığına, arkadaşının anlamsızlığına
rağmen nezaketten sıyrılmadan şu can alıcı sözü fısıldadı;
“ Bitiş bitmeye yakın olmalı!
Nasıl?
-
Benim içimdeki ses, vicdanım bitmenin çağırısını, o
hakiki seslenişi duymalı. Eşim ile aramızda bazı sorunlar olsa da, eşimin
kızına düşkünlüğünü, sorumlu bir baba olduğunu, eşimin akrabalarıyla benim
ilişkilerim çok iyi. Bütün bunları birden yerle bir etmenin hiçbir mantığı
yoktur. Benim eşimle aramda sorun var ama kızımın babasıyla hiçbir sorunu yok.
İşte bu sebeplerden bir gün bitecekse, bu iş bitmeye yakın olmalı…”
İnsan gördüğü güzel manzarayı, iyi bir resmi, dinlediği hoş bir konseri
kolay kolay unutamaz. Ama ben de bir eseri, bir resmi, bir müzik konserini
dinler gibi dinlediğimi iki kadının, iki arkadaşın bu konuşmalarını
unutamayacağım için yazının büyülü sanatı adına kaleme aldım.
Hani bir söz var; Keskin sirke küpüne zarar, diye. Bu diyarın insanları
başkasının dolduruşuna gelip nice evliliği, nice iş hayatını yok etti ve
ediyor. Her şey yolunda giderken akıl veren çok oluyor; tıpkı bekâra karı
boşamak çok kolay olduğu gibi; şunu anlatmak isterim ki; insan, ilk önce
kendine güvenmeyi öğrenmeli. Yaşamlar sona erdiği gibi evlilikler de, iş
ortaklıkları da sona erebilir. Ama bu bitişler insanca, insan vicdanını büyük
borçlanmalara, katmerli hüzünlere teslim etmemeli; tıpkı sarı saçlı zarif
kadının yaptığı erdemli seçim gibi…
2 yorum:
İnsan değişebilir bir varlık. İçinde bulunduğu konum ve nice durumlar gereği, ruhsal halinde değişimleri de sıklıkla yaşayabilir. Ve bu anlamda ruhsal -çevresel vb..durumu ile ilintili olarak o hal içinde iken 'kara' dediğine kısa bir süre sonra 'ak' diyebilir. Bu yüzden her zaman dertlerin, kederlerin paylaşıldığında azalacağına inananlardan değilimdir ben! tam tersine sukunetle içsel/dışsal sorunların zamana yayılan devimine ve sonuçlarına bakarım. Ve en doğru kararın zaman içinde yine konunun ana kahramanlarınca çözümlendiğine ya da çözüldüğüne inanırım.
Evet sizin de dediğiniz gibi öncelikle kendine güven, erdem ve vijdan kişinin en dayanıklı gücüdür. Depremlerle sarsıntılar geçirilebilinir ama temelleri sağlam atılmış ise yıkılması bir hayli güçtür.
Gerçek bir tanıklık, objektif bir gözlem ve analizin...ve konu itibari ile bu kayda değer yaşanılmışlığın zarif sunumu için teşekkür ederim sevgili Güven.
Esenlikler ve iyi haftalar dilerim..
Esmir, ben bu yazıyı duyumsayarak,sosyal hayata verdiğim değerin sevgisiyle yazdım ve sevdim. Gel gör ki, senin yorumun çalışmamdan öte... Teşekkürü borç biliyorum. Güzel bir analiz; hakikatin insan beynindeki karşılığı, yüksek akışın, engin enerjiyle buluşmaya görsün; ortaya resim gibi, heykel gibi, roman gibi eserler çıkıyor.
Saygılarımla...
Yorum Gönder