24 Kasım 2012 Cumartesi

AĞLAMAYI KESİP BAŞTAN BAŞLAMA ZAMANIDIR



Kamera; Güven
Papatyalar, kavgalara,istilalara küsmüş olsalardı
çoktan yok olurlardı; çoktan...


     AĞLAMAYI KESİP BAŞTAN BAŞLAMA ZAMANIDIR

  Kim bilir hangi kitapta ne zaman okudum bu yazıyı! Ve neden şimdi, şimdi karşıma çıkıp da bana seslendi diye düşündüm ilk önce. Bir yazı başlığı olabilecek yüksek erdemli ve kurtarıcı bir sesin seslenişi zannettim bu akıl dolu sözün, öze inen zerreciklerini. Düşündüm de, meğerse tam da zamanında derinlerden çıkmış yüzeye. İnsanoğlu, uyumayı, unutmayı ve büyük pişkinlikleri de sever; unutmamanın, tarihi sürekli temiz tutup berrak aklın iradesiyle bakmanın da uyanıklığını yaşayan azınlıklar ilahi bir takdir gibi hâla var bu dünyada.

  Bu kadar övgüler, övünmelerle yaşam süren bu güzel milletin bu kadar büyük ağlamalara gebe kalacağını on yıl önce söyleselerdi kim inanırdı acaba? Şimdi, büyük sessizlik, büyük karanlık pelerinlerle örtülen acılar, kayıplar bir bir çıkıyor ortaya. Akıl elden gideli çok olmuş. Büyük tuhaflıklara teslim olmuşuz; her gün yerle bir olan insanlık, hayatta kalanlar için büyük bir marifetmiş gibi seviniyoruz.

  Biz şimdilik kuyruğu kurtardık; bugünde bindiğimiz araç kaza yapmadı. Varsın ülkenin birçok yerinde kazalar olsun. Onlar dikkatsiz, onlar kurallara uymayanlar, diyerek nasıl olsa güzel bir teselli buluruz.

  Bugünde terörün patlayan bombaları bizim bölgemizi hedef seçmedi. Varsın seçmesin; nasıl olsa seçtiği yerde bir sürü masum insan şehit, gazi olmaya alışmış, bunu kaderin muhteşem bir kabul edişi gibi ede dursunlar ve bu edilmişlik içinde “ şehitler ölmez” sloganları atsınlar; ama şehidin evindeki yas töreninde bir ölüm için ağlanıyor; bir kayıp için…

  Fikret kara günlerde ümit içinde yazdığı şiirde şöyle sesleniyor, fakirliğe boyun eğmemiş erdemli çocuklara;

Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder.
Bugün açız yine; lakin yarın, ümit ederim,
Sular biraz daha sakinleşir… Ne çare kader!

Hayır, sular ne kadar coşkun olsa giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur;
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta…”

  Fikret’in açık yürekliliği ile açlığımızı, bitirmişliğimiz,  pes edişimiz, evlatlarımıza haykıra bilecek miyiz? Hiç sanmam, yüksek gurura bin kez yenilmiş bu asil millet, açlığını, kaybetmişliğin  kandırılmışlığın yine saklayacaktır kendi kendine. Bütün isyanları içinden ve gelişi güzel, çere etmeyen yerlerde yapıp teslim olacaktır ümitsizliklerin göklerdeki kaderine.

 Bireysel olarak kimin yanına yaklaşsam büyük çoğunluğu geçinemediğinden, evdeki işsiz sayısının çokluğundan, çocuklarının, kızlarının sigortasız ve on paraya çalıştırıldığından şikâyet ediyor. İçleri ağlarken gözlerinden gözyaşı akmayan büyük toplumum, ağlayışını büyük öfkelere, sararmış suratlara, pörsümüş bedenlere zikrederek büyük bir kimya olayını da icat etmiş oluyor.

  Matematiğin en hakiki bilim olduğunu bilmeyen yoktur. Buna hiçbir yüksek iradeli Türk büyüğü de karşı gelmez diye düşünüyorum. İstatistik de matematiğin erdemli sayılarıyla insanlığa hizmet için var edilmiş. Kurumlar ülke insanlarının refahı, huzuru için vardırlar. İnsanların refahı aynı zamanda ülkenin de gidişatının yükselmesi anlamını taşır. İş yükselmekten açılmışken, yüksek kurumların alnı açık uzmanları açlık sınırı ile fakirlik sınırı olan rakamları matematiğin şaşmaz doğruluğu ile belirlemişler. Anlaşılan o ki, bugün asgari ücretle yaşayan bütün insanların yan geliri yoksa aç oldukları en hakiki matematik bilimi ile ispatlanmıştır. Yine büyük gururu olan ve sadece yalnızken ağlamayı bir erdem sayan halkımın çok büyük kısmı da geliri üç bin liranın altında kaldığı için fakirdirler.

  Fakat yüce toplum içinde, ayıp olmasın, soylu gururumuz ezilmesin diye aç ve fakir olduğumuzu ağzımıza bile almayı büyük günah sayarken, bire bir sohbetlerde inanılmaz feryatlar ve ağlamalar yürekleri dağlıyor. Ya yakın akraba, eş-dost; yardım ede ede, onlar da bitmek üzere; yardım eden, yardım alacak duruma gelmiş.

  Peki, ne yapacağız o zaman? Dedelerimizin o sıcak ve taze kokan ekmekleri yok artık. Sütlerin yonca ve arpa kokuları, dondurmaların, boza içeceklerini, peynirlerin, yoğurtların da o eski tadı yok artık. Çünkü hiçbir şey doğanın saflığından yararlanılarak yapılmıyor. Daha fazla ve daha fazla; büyük zengin olma hayali ile büyük fakirliğe demir atmak üzereyiz.

  Eğer yarınları görmeyi şöyle bir kenara bırakıp, bugünleri bile huzurla yaşayamıyorsak, insanların birbirine güvene azalmış doğru dürüst gülümsemeleri bile duyamıyorsak, hızla borçlanıp bankaların demir yumrukları boğazımıza sarıldığı soğuk parmakları duyuyorsak, ağlamayı bırakıp bir şeyler yapma zamanının geldiğini gösteriyor.

 Kralın çıplak olduğunu her kez biliyor; çoktan da söylendi. Ama bu kral, o hikâyedeki kral değil; bu krala, çıplak olduğunu bütün dünya söylese, utanmazlığı büyük erdem saydığı belli ve en hakiki gerçektir.

  Kendimize güvenmekten başka hiçbir şey gelmez elimizden. Ve çevremize, insana büyük yaratıcı tarafından bağışlanmış akla güvenip sorgulama ve yeniden başlamak zorundayız. Seçimler çok yakın. Seçeceğimiz belediye başkanını, milletvekillerini kesinlikle iyi tanımalıyız. Bu ülkenin milli birliğini, yüksek erdemini yok etmek isteyen, bizleri daha 1950’li yıllarda Marshall Yardımlarına alıştıran büyük Amerika’ya ve onu destekleyen siyasetçilere; her şeyin yeniden başladığını göstermek zorundayız; yoksa her şey için çok geç olmak üzere…

 Güven Serin

Hiç yorum yok: