Kamera; Yunus Kıyıköy-Kırklareli
Her insanın gitmek istediği bir ada vardır hayalinde.
Bazen hayal gerçeğe dönüşür ve şaşırtır insanı.
Gerçeğin dizginleri, vahşı atların büyük göçü
gibidir.Dillerinden anlanamaz ise,yerle bir ederler insanı.
SON ADA
Son Ada, bir sanatçının, sanat adamının ve aynı zamanda bir yazarın hikâyesidir. Romanıdır. Belki de kendi toplumuna gönülden seslenişin bir yoludur da aynı zamanda.
Son Ada, yok etmeye programlanmış, kalpleri çoktan nasır bağlamış insanların, neleri yok ettiklerini de anlatır bize. Ve iyilerin, bulunduğu yeri cennete çevirip de cehennem olmasına müsaade eden saf halkın da hikâyesidir aynı zamanda.
Öyle sanıyorum ki bu dünyadaki düşünen, hatırlayan insanlık, soluk alıp verdiği ve nesilden nesle geçiş yaptığı sürece, her yüzyılın bir “son ada”sı, bir, büyük çığlığı olacaktır. Ve bu “son ada”ları, “büyük çığlıkları” bize aktaracak kişiler yazarlar, filozoflar, sanatçılar olacaktır.
Bizim yüzyılımızdaki Son Ada; burada, toprağa bastığımız bu topraklarda yaşanıyor. Daha fazla kirlenerek, daha fazla yok edilerek ve yok ederek…
Anlatılan öyküleri, masalları dinlemek çeşitlendirir insanı. Tarihe dönüp bakmak, tarihin nazik ellerimizle tutmaya çalışmak da öyle. Ama her insan, bilinen tarih içinde kendi tarihini yazacak kudrete de sahiptir aslında. Zaman ve şartlar yanan ışığa adanan beden ve bedenler varsa; hikâye yazılmaya; romana dönüşmeye başlar.
Bilinen, canlı hayatını barındıran tek gezegen dünya! Yani galaksinin son adası! Son adanın çığlıkları gezegenimizin çok ötesinden de duyulduğu bellidir. Ama bütün yok edişler yeni var edişlere de gebedir aynı zamanda. Bütün trajediler kendi sevincini, huzurunu da hediye olarak bırakır geriye.
Şimdi, bizim Son Adamız bir yandan yanıp, eriyip tükenmeye hızla devam ederken, insanların kendi yaşamlarındaki kendilerine ait “son ada” gelişmeleri nasıldır, nasıl bir yol alır onu anlamaya çalışmalı!
Gamze Akdemir’in söyleyişi yaptığı Gülseli İnal’ın “son ada”sı kendi hayat hikâyesinin içinden çıkan ruh zenginliği ile gelişme göstermiş. Şiirinde diyor ki Gülseli İnal;
(…)İri yengeç, yüzlü yargıç
Olup biteni fısıldadı da
Şanlı bitkiler üzerinden ak
Semaya birikti
Kara ses
(…)
Mavi gözlü yargıç
Olup biteni yönetti
Şanlı sözlerle harap etti
Sedefleri
Su filizlerinin aralarındaki
Gizli uğultu
Tehdit eden güç
Güneşin aykırı kolu
Kuytulara çağırıyor seni(…)
Gülseli İnal’ın içinde bulunduğu “son ada” yanmış, yıkılmış, yok edilmişken; ağlamayı, ağıt yakmayı ve isyan etmeyi bir kenara bırakmış ve şöyle seslenmiş;
“Kolay kolay gün ışığına çıkmayan gizli var oluşsal süreçlerin bazı şeylerin temelini oluşturduğunu keşfettim ve bu keşif kendiliğinden şiirlerime yansıdı. O sırada Levinas okuyordum ve onun da bu konuda kafa yorduğunu ve bu açmazı temellendirdiğini gördüm.”
Bir başka sanat adamı da “son ada” olarak bildiği dünyasından ayrıldı. Theo Angelopoulos. Onun için tarihi ve zamanın içinde yolculuk eden, diyorlar. Soluk alıp verdiği zamanlara bıraktığı sözlerden birisi;
“Yolculuk benim tek yuvam. Yolculuğa çıkmazsam kendimi bir tutuklu gibi duyumsarım.” Yol almak isteyenlerin, “son ada” sı tükenenlerin bulduğu bir sürü çözüm var. Kimi dizelerin içinden doğar. Kimi yolun yolcusu olup, bestelere, şarkılara, filmlerle hayat verir. Hayat verir çünkü o hayatlara ihtiyacı olan insanlar da yer alacaktır bu dünyada.
“Ağlayan çayır”, “Zamanın Tozu”, “Öteki Deniz” den oluşan üçlemesini çekerken, son bölümünü tamamlayamadan “ son ada”dan ayrıldı. Trajik bir ölüm…
Ve usta yönetmen yine ölmemişlere, daha soluk alıp-verenlere seslendi;
“Yaşamın kendisi bir yolculuk! Ben tarihten etkilendim çünkü sarsıntıların, sevil savaşların, diktatörlerin olduğu bir dönemde yaşadım. Bu olaylar çocukluğumdan başlayarak beni değiştirdi. Tarih bir anlamda zamana yolculuğa çıkmaktır da. Zaman kavramı birçok biçimde açıklanabilir. Zaman biziz”
Son Ada; en son ada tükenmeden, tüketilmeden yaşamak; gerçek manada imkânsız mıdır acaba? Çığlıklar yine duyuluyor; adaletsizliklerin çığlıklar; ama aynı zamanda adaletin de başlaması gerektiğinin iç çekişleri…
Güven Serin
2 yorum:
Son Ada'nın sessiz çığlıklarını nicedir duyan, hisseden biri olarak bu kitabı mutlaka okumalıyım. Adına yaşamak dediğimiz olguda bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek kim bilir hangi yok edilişlere, kirletilişlere tanık olduk. Dahası rol oynadık. Çünkü en büyük yok edici türün mensuplarıyız. İşte bunun dayanılmaz ağırlığını hisedip acı çekmek işlevsiz bir insani duygu olarak kalırsa neye yarar? Yalnızca bu duyguyu taşıyanlara değil kirletilme ve yok edilmeye karşı savaş veren bireylere gereksinimi var son adanın.. Kitabı çok merak ettim. Okuyacağım.
Çok teşekkür ederim. Duyarlılık ve kendimizi hazır hissedip bir tek taşı bile kaldırmayı borç birirsek, yarın bir başka mavi-yeşil ve hatta pembe dünyanın üzerinde yürümeye başlarız.
Teşekkürler İsmet öğretmenim...
Yorum Gönder