14 Kasım 2011 Pazartesi

ÇÜNKÜ SEN ONA İHANET ETMEDİN

Kamera; Güven    ANTALYA
Savurur zaman seni kendini bir yaprak
kadar hafif hissedersen.
Dokunmaz bazen sana zaman; bir taş sessizliğinde
ve inanmışlığında olursan eğer...

Kamera; Güven    Kaleiçi-Antalya
Kokular kokular; yasemin kokuları
Büyüleyici ve aradığın zamanın soylu kokuları; sizi
sizden alıp tekrar size verirler...

ÇÜNKÜ SEN ONA İHANET ETMEDİN


“Sana ihanet edemeyecek olan hayattan hiç kimse korkmaz. Çünkü sen ona ihanet etmedin.”

 1970 doğumlu ve Hırvatistan Yazarlar Birliği üyesi olan şair böyle sesleniyor şiirinde. Sanırım hayatı bu güzel hayatı huzur içinde geçirmek isteyen birçok insanın arayacağı yer de kendince korkmayacağı, korkutulmayacağı bir hayattır!

 Her yüzyılda Kurban Törenleri otoritenin keskin kılıca benzeyen elleriyle yapılmıştır. Her yüzyılın öncüleri fikir, düşünce insanları olmuştur. Teknoloji istediği mertebeye gelsin; istediği kadar hızlı koşsun, göz alsın; fikir ve düşünce; insanın asla vazgeçemeyeceği bir insani gerçektir. Edebiyatta insan denen canlının fikirlerinden, hayallerinden doğmuş ve dünyaya armağan edilmiş en güzel gerçeklerden bir tanesidir.

 Edebiyatın içinde şiir de var, hikâye de, roman da… Hâla Hırvatistan’da yaşayan şair Erivin Jahıc insanın ölümlü insanın ölümsüz fikirlerini dizelere ve sonra da insanlığa armağan ediyor. Şiirleri İngilizce, İtalyanca, Fransızca, Rusça, Bulgarca, Slovenceye çevrilmiştir. Üretken ve hümanizme inanmış şair insanlığa hayatı kendi hayatını sevgi ile büyütenlere hiç durmadan seslenmiş. Bir seslenişinde şöyle diyor;

“ Denizin bizimle işbirliği yapıp yapmadığını/Yeryüzünün nallarımız altında aşktan titreyip titremediğini/ Güneşin günahlarımız için oruç tutup tutmadığını/Arpının içinde müzik hakkında bilmemiz gereken her şeyin olduğunu/Bir nefeste/Mutsuz, yurtsuz ve bölünmüş ölürken biz/Bizi sonsuz seven bir varlığın olup olmadığını merak ediyorum.

Şairi en çok mutlu eden şey; şiirinin yükselişiymiş. Yükselen bir başka şiirinde bir başka şekilde sesleniyor bize;

 “ Kozmik çölün soğuk kumlarının hışırtısında/ Bazı gizli manalar örümceklerin gizem ördüğü şeffaf mağaralarda saklı/ Sana ihanet etmeyecek olan hayattan hiç kimse korkmaz/ Çünkü sen ona ihanet etmedin.”

 Hayatı anlamakta zorluk çeken her insan kendini de anlamayacak ve hayatın içinde anlamlı bir yere konmamış bir hayat; sürekli ihanet korkuları ve kuşkuları ile yaşayacaktır. Şairin ve nice filozofun, yazarın-çizerin anlatmak istediği gerçek bu değil mi? Hayatı sevmiş ve o sevdiği hayatta severek yapılan her iş kendi yüceliğini, kendi sonsuzluğunu ölüme rağmen oluşturup ümit, heyecan dağıtmaz mı?

 Fikirleri, düşünceleri olan her insan, mutlu yolculuğunda dostu olan şairleri, yazarları ve erdemli halk insanlarını yanında görmek ister. Bu insanlar halkın her tabakasında, herhangi bir mertebesinde olabilirler; faydalı ve erdemli yaşamak; bir koyun sürüsüne önderlik yapan çoban tarafından da, bir dizeyi milyarlık hücrelerinin imbiğinden çıkaran bir şairin anlatımı ile de başarıla bilinir.

 Bir başka düşünce insanı Celal Üster’de Nobel Edebiyat Ödülünün neden Tolstoy’a verilmediği üzerinedir. Fikirler bilgiler ile beslendikçe başka fikirleri ortaya çıkarıyor. Ve insan denen canlının hiçbir zaman doymayacağı güzel düşünceler, su kadar, ekmek kadar önemli bir ihtiyaç haline geliyor.

 Nobel Edebiyat Ödülünün ilk töreni 1901 yılında yapılmıştır. İlk Nobel’in en güçlü adayı olan Tolstoy’un Savaş ve Barış, Anna Karenina gibi başyapıtları olmasına rağmen ve edebiyat çevrelerinin büyük çoğunluğu ödülün Tolstoy’a verilmesini bekliyorken ödül verilmemiştir. 1901 yılında kilise tarafında aforoz edilmişti.

 Bu aforoz ediliş, bir fikir adamı için, hayatını yazılara ve insanların eşitliğine adamış bir yazar için ne ilk, ne de son olacaktır. O gün: 1901 yılında ilk kez verilen Nobel Edebiyat Ödülü Kilisenin aforozu sayesinde Tolstoy’a verilmemiştir. Tolstoy’un yerine Prudhomme isimli Fransız edebiyatçıya verilmiştir. Bugün Fransız edebiyatı uzmanları dışında hiç kimsenin tanımadığı bir şair! Ya Tolstoy?

 Ödülün açıklamasından bir süre sonra Tolstoy’a onlarca mektup almıştır. Mektupları yollayanlar, İsveçli yazar ve sanatçılardır. Mektuplarda bu ödülü; Nobel Edebiyat Ödülünü verenlerin, bilgisiz, taraflı ve kamuoyunu temsil etmedikleri yazıyordu. Şu fikirde birleşiyorlardı;

“ Herkes bilmelidir ki, gerçek sanat, düşünce özgürlüğü ve yaratıcılığa dayanan sanattır…”

Tolstoy ise edebiyat çevreleri tarafından yollanan bunca mektup ve görüşler karşısında bir mektup kaleme alır;

Değerli dostlar, Nobel Ödülü’nün bana verilmediğini öğrenince ne kadar sevindim bilemezsiniz. Her şeyden önce, o parayı nasıl kullanacağımı bilmeyecektim. Böyle bir dertten kurtulmuş oldum. Hiç kuşkum yok, bu ödül parası her türlü para gibi, olsa olsa kötülük getirebilir. İkincisi hiç tanımadığım insanlardan bu kadar övgü ve destek görmek beni onurlandırdı… Lütfen en içten şükranlarımı kabul edin.”

 Düşünce insanları böyledir işte; hayatın içini bir sürü heyecan ve fikirle doldururlar. Yaratıcılığın sonu yoktur. İnsan da sonsuza uzanan evrenin bir parçası, çok önemli bir parçası olduğu için içinde taşıdığı sevgiyi, bilgiyi, görgüyü yaratıcılıkla daha çoğaltır ve hiç bitmeyen ümitleri yeşertirler.

 Hayata, hayatın bir parçası olan tabiata ihanet etmediğimiz sürece hayatın hiçbir aşamasından korkmayacağımız kesindir. Bazen güneş bulutlar arasına gizlenecek, bazen ışığımız kasten kesilecek. Suyumuza ve ekmeğimize göz diken doyumsuz olan doymak bilmeyen kan içiciler hep olacak. Asıl olan bizlerin nerede olduğudur; hayatın içinde ve ihanet etmediğimiz bir hayatta ihaneti beklemeden üreterek; her tükettiğimizi şükranla bir başka üretimle tekrar var ederek…

 Güven Serin

Hiç yorum yok: