25 Eylül 2010 Cumartesi

FİRAR

Kamera; Güven  Metin küçük ama sağlam
teknesini büyük bir özenle hazırlıyor.

Kamera; Güven Şimdi Firar Zamanı
Yolculuk başladı. Liman ve şehir gerilerde kalıyor.
Zamanı belli,dönüşü belli olan firarlar bile
insan denen canlının derinlerinde bir yerlerde
kuru tohumları yeşertmeye başlıyor...


Kamera; Güven Tekirdağ Liman Çıkışı
Merhaba liman feneri, kayalar. Merhaba, deniz
gök,günün süprizlerinin bedenleri saran ruhları;
merhaba.


Kamera; Güven  Kumbağ-Tekirdağ Açıkları
Yaşlı kayalar,denizin yeşiline,bin bir türlü
canlısına tanıklık yapmış.Biz şahitiz,dediler
doğanın insan eli değmeyen güzel yerlerinin
temizliğine,samimiyetine...

Kamera; Güven 
Küçük tekne önce kayalara yanaştı.Bir
keçi gibi hoplaya,zıplaya,düşe-kalka küçok koya
geldim. İnsanların bıraktıkları lanet ruhlarının
çöpleri burada da oldukça fazlaydı. Bir cevap
bulamadım; vicdanımı tatmin edecek...


Kamera; Metin
Firar deyip geçmeyin sakın! Firarda da
güncel olaylar,bizi etkileyen büyük adamların
büyük nasihatları,uyarıları lazımdır diye
düşündük.Yani firar etsek de gerçek
denen harika saçmalıklardan kurtulamadık:))
Okur-yazar olmalı; susmak için,bencil yaşamak
için!

Kamera; Güven 
Metin, günün anısına denizin okşayıp incelltitği
bir kayaya,firar ettiğimiz tarihi kazıdı.

Kamera; Güven
Tepeye tırmandıkça küçük koyun büyük manzarası
harika muhteşemliği de çıktı ortaya. Doğa,elbet
insanlaşmış insanlarla da güzel ama, adına insan
denen korkunç canavarlar, burayı da pislik
yuvasına çevirmiş. En çok da, niye
yanarım dostlar; bu adamlar, kadınlar
kendi bedenlerini güya önemserler,
temiz ve bol parfümlü tutarlar. Bre
gafilller; ruhunuz kirli,onu temizleseniz
o zaman doğa da, siz de gerçek
temizliğe erişeceksiniz...

Kamera; Güven
Kayarak,bedeni çalılarla çizikler içinde
bırakarak tepeye tırmandım. Tanrım,manzara
arınmışlığı davet ediyor.Manzara, çarpık
kentlerin özürlü insanları olduğumuzu bir kez
daha hatırlatıyor.
Marmaranın küçükücük bir köşesi,insandan biraz
daha arınmış olan kayalık yerleri,belki de ilk
günkü gibi,naturel...

Kamera; Güven
Çam ormanı,kayalıkların arasını yaprakları ile
döşemiş.Koku,gerçek bir orman kokusu...
Deniz ve adalar ile karşılıklı, harika bir
gösteri içinde, uyum içinde hiçbir
koşul koymadan yaşıyor ve binlerce
canlıya ev sahipliği yapan bu yer;
sanki dokunursam, büyülü bir
güzelliğin içinden seslenen Tanrıça
gibiydi...

Kamera; Güven Martılar
Martıların yavru büyüttüğü bakir kayalıklar.

FİRAR



Ne yazık ki dünyamız eskisi gibi ıssız değil artık. Her köşe, ova, dağ, vadi, orman, ada paylaşılmış durumda. Hani içinizden bir ses adam gibi firar et dese, firar edilecek bir yer bulmak da zorluk çekersiniz. Elbette aradığınız, gitmek istediğiniz yer ıssızlık değil, başka bir köşe, şehir, kasaba, köy ise, seçenekleriniz oldukça fazladır.

Bazı isimlerin, yerlerin biz insanlar üzerinde anlamı, anıları önemlidir. Benim de doğumumdan bu yana hayatımda önemli bir yer kaplayan ismi Metin olan dostlarım oldu. Tam 6 kişi, hayatımın ilk 25 yılında çok önemli anılara imza attılar. Onlarla tanışıklığımı kronolojik olarak adlandırmam gerektiğinde 1. sıradaki Metin ile görüşemiyoruz artık. 2. sıradaki sıcakkanlı dostum, heyecanlı ve hızlı bir hayat sürmenin erken yolculuğunu yapalı çok oldu. 3 ve 4. sıradaki dostum olan Metinler ile sıcak ilişkilerim hâla devam ediyor.

Altı Metin’den kronolojik sıraya göre olan 3. Metin ile dostluğumuz çok uzun zaman önce başladı. Görünen o ki, bir ömrün sonlu zamanına kadar gidecek. Çünkü saygı, samimiyet, ortak yanlar hep var oldu. İkimizde tabiatın çocukları olarak zaman zaman, tabiatın tenha yerlerine sığınır, yeterince sosyal olan hayatımızı dinlence yaparak, tekrar yeni kazanımların dönüşümüne hazırlarız.

Dostum Metin uzun zamandır yenilediği teklifi yine yaptı; “ Ne zaman firar ediyoruz” dedi. Gün ve saat kararlaştırıldı. Gerekli malzemeler alınıp ince planlar yapıldı. Bu sefer kesinlikle firar ediyorduk şehrimizden. Bu iş sessizce olacaktı. Malumunuz firar ederken çok sessiz ve dikkatli olmalısınız!

Dost Metin ile firarımızı karadan değil de denizden yapmaya karar verdik. Öyle ya karayolları, köşe başları tutulmuş olabilir. Bizi firarımızdan vazgeçirebilirler di! Dost Metin’in büyük yardımı ile firarın planları yapıldı. Çıkış yerimiz Yat Limanından olacak. Bir Pazar vakti, şehir uyurken, valizlerimiz ile geldik. Yedek benzinimiz, suyumuz, yiyeceklerimiz, can yeleklerimiz, fotoğraf makinelerimiz, Yol gösterici aletimiz, telsizimiz her şeyimiz Metin’in Firar isimli küçük teknesine yüklendi.

Marmara Denizinin suları firarımıza uygun durgunluktaydı. Metin, Firar isimli teknesine “tam yol ileri” dedi. Saate 6 mil yol alan küçük teknemiz ile birlikte şehrimizin büyük çoğunluğu miskinlik uykusundayken kaçıyorduk. Kara ile olan beden bağımızı keser kesmez, sanki karanın tüm yazılımları, yaptırımları, kararları, korkuları da yok olmuştu. Bu firar meğerse ne kadar güzel bir kurtuluşa giden yolmuş!

İnsan ister istemez ülkemin can pazarlarının yaşandığı zamanlardaki firarları düşünüyor. Firar edemeyip hapse düşüp de, canlarını genç yaşta kuru bir ipe teslim etmelerini hüzünle içe çektim. Bir şekilde firar edip de hâla yurtdışında yaşayan bir sürü aydınımız, emekçimiz var. Birçoğu da yurtdışında ülkesini göremeden öldüler. Ya firar edemeyenler! Pazarlıkların, ticaretleşmelerin adaleti ile zamansız ölüme gitmediler mi? Korkunun olduğu düzenbazlığın bol olduğu yerde adalet de olmuyor. Ele sancılı dönemler yaşanıp, darbeler yapılıyorsa, inanılmaz kıyımlar yaşanıyor. 1960–1970-1980’li yıllar, acıların başladığı, aklın, felsefenin, sanatın ve adaletin bir kenara atıldığı yıllardır…

Söz konusu can pazarıysa, adalet de işlemiyorsa, firar etmek; insanın boynunun borcu olmalı. Şimdi şu an henüz söz konusu olan can pazarı değildir! Ama şehirlerin darbecileri değişti artık. Adaletin bir ayağı hep aksak! Siyasetin sihirbazlık oyunları her geçen gün daha bir sihirbazlığa dönüşüyor. Küçük esnaf ile bağlantısı olan her türlü meslek büyük acılar, zorluklar çekiyor. Bütün bunların üstüne şehirlerimizin yeşillikleri hızla beton ormanlarına dönüştü. Modern dünyanın korkunç araçları da ses ile karbondioksit ile korkunç bir kirlilik yapıyorlar zaten. Bütün bunları bir araya topladığınızda, darbelerden daha büyük darbe çıkıyor ortaya. Bu darbeciler hemen de öldürmüyor insanı. Çektire çektire, o güzelim insan, ne hallere düşüyor.

İşte dostlarım biz Metin ile firar etmeye karar verdik. Sonunda Marmara Denizinin görkemli dingin kucağına attık kendimizi. Kim bilir bu sulara kimler kurtuluş için çıkmış ve dünyevi kurtuluşunu bu suların derinliklerinde saklı tutmuşlardır. Dünya denizlerinin altı hâla tam manası ile keşfedilmemiş oluşu, derinliklerin gizemlerine ulaşamamaları bir taraftan sevindiriyor beni. Çünkü bilirim; insanoğlunun eli, temizlikten çok, kirlilik üretir. İnsan beyninin doyumsuz özlemleri güya insanlık adına denizlerin altını üstüne getirir; yüce insanın imkânları yetse!

Yaklaşık 10–12 mil gittikten sonra küçük ve sakin koya geldik. Koyun en önemli bekçileri çınar ağaçlarıydı. İki büyük yaşlı çınar ağacı kara ile deniz çizgisinde bir yerde yıllarca yaşam savaşı vermişler. Kökleri karanın duru sularına uzanırken, gövdeleri inanılmaz bir şekilde denizin maviliğine doğru uzanmış, hatta yatmış durumda.

Küçük koy yakınındaki kayalıklar aynı zamanda martı sürülerinin de yavru büyütme yerleri olmuş. Büyük kayalar, belki de binlerce yıl, deniz ile çarpışa çarpışa gazi kayalara dönüşmüşlerdi. Ama bu oyuklardan, bu yıpranmalardan ne kayalar, ne deniz şikâyetçiydi. Firar isimli beyaz teknesini dost Metin kıyıya 40 metre kadar uzaklığa demirledi. Teknenin olduğu yerde derinlik iki metre kadardı. Demir atmadan önce eşyalar ile birlikte 10–15 dakika kadar uğraştıktan sonra yaşlı kayaların üzerine çıkabildim. Ve sonra o kayadan, bu kayaya kimi zıplayarak, kimi çok dikkat ederek, firarın son bulacağı küçük ve sakin koya ulaştım.

Metin arkadaş, bir süre teknesinde kalıp yüzmeyi, teknesinin bakımını yapmayı seçti. Ben denizi firarim için kullanmış yine kara ile olan aşkımı yaşamak için sakin koya gelir gelmez, fotoğraf çekmeye başladım. İki tepe arasında uzanan küçük vadi, yağmur ormanları gibi birbirine karışmış, hangi ağacın kökü, dalı, yeşili kime aittir diye anlayamıyorsunuz. Küçük ormanda yürümek, biraz ilerlere gidip fotoğraf çekmek istedimse de, orman, insansız oluşunun harika tadını çıkarmak için, öncelerden kalan patikaları bile dallar ile örmüş, kapatmıştı.

Deniz yolculuğu, küçük ormanın içinde saklı dünyaları arayışım, oldukça acıkmama neden oldu. Metin’e seslendim o da aç olduğunu söyledi. Doğal olarak, küçük koyun böğürtlen gölgesi altında medeniyetin biraz uzağında ama oldukça sakin-dingin bir ortamda yavan ekmek bile tatlı geliyor insana. Peynir, ekmek, domates, biber, zeytin, kavun ve su; en lüks lokantanın menüsünden daha güzel geldi bize. Yemek biter bitmez; herkes kendi işine geri döndü. Metin küçük teknesine belki de bu dingin ortamda teknesinin temizliğini yaparken bulacağı ruhsal şifasına giderken ben de küçük ormanın yukarılarındaki tepelere bir keçi gibi tırmandım.

Tepe oldukça dik ve yerlere düşen kuru çam yaprakları yüzünden kaygandı. Ama istekli bir adam vardı, çam kokulu tepenin zirvesine ulaşmaya. Tepe yoğun bir çam orman kokusu ile şehvetli bir kadın gibi karşıladı beni. Arkama dönüp baktığımda, deniz, küçük koy ve yaşlı çınar ağaçları; doyumsuz bir manzarayı davetkâr bir kadın gibi sunuyordu. Sanki yaşlanma durmuş, tekrar geri dönüşüm başlamış gibi…

Firarımız 10 saat sürmüş, sorumlu bekçimiz borazanımızı öttürmüştü. Borazan; tepeleri, ormanı, küçük koyu, çınar, çam, zeytin ve ismini bilmediğim bir sürü ağacı bırakıp, şehrin gürültüsüne, adına uygar yaşam dediğimiz ve yaşanmaz hâle getirdiğimiz yere geri dönmemiz için çalıyordu.

Uzaklarda bir yerlerde, kilise çanları çalıyor, ezanlar okunuyor, dilini bilmediğimiz yüzlerce sesleniş ile dualar okunuyor; biliyorum. Bir şey daha biliyorum ki, insan, yapabileceği en küçük firarı bile yapmalı, güzel yaşamın sonlu bedenini son ana kadar; temiz, bakımlı ve taze tutmalı! Yoksa köhnemişliğin korkulu bedenini en çok sevdiklerimiz bile kendinden uzak tutmanın yegâne kültürü olarak görürler; bileseniz…

Güven





















4 yorum:

Hamiyet Akan dedi ki...

Müthiş bir firar gerçekleştirmişsiniz. Senin blogunda yazılarını okurken veya fotoğraflarınla gözlerime ziyafet çekerken çok dikkatimi çeken bir şey oluyor sanki ben de geziyorum ve birebir yaşıyorum :) Bunun nedeni içtenliğinden ve akıcı anlatımından kaynaklanıyor. Teşekkürler Güven.
Mutlu hafta sonları.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Firara hoş geldin Hamiyet. Teşekkür ederim. İçtenliğin çıraklığı, bakalım bizleri kalfalığa ve beden bu dünyada yaşarken, ustalağa getirecek mi? :))

Ama bilesen ki kalfalığın samimiyeti,gezginliği de güzel...

Unknown dedi ki...

Čovječe slobodni,more će ti uvijek biti drago! More je zrcalo tvoje; u njem svoje duše motriš sliku.(Ch.B.)

GÜVEN SERİN dedi ki...

As a traveler looks for man wandering endlessly self itself, perhaps the call until the last breath ...