Kamera; Güven Kent Müzesi Çanakkale
Öğretmen Şahabettin Kalfa tarafından bağışlanmışlar.
Tahta bir bavul ve iki adet çalgı aleti. Bu güzel
aletlere panoramik bir bakış içinde yaklaştığımızda
kim bilir neler anlatırlar bize! Yaz akşamlarını, kış
buluşmalarını, türküleri, şarkıları, komşulukları,
ve mahsum bakışlı ÇOCUKLARI...
Kamera; Güven Çanakkale
Taş ve ahşabın buluşması; sessiz kavuşmaları,
panoramik bakışlı aşkları, sevgileri de
yaşatmayı biliyor.
Taş ve ahşap; insanın içini titrediyor. Aşk, her yerde
var. Taş ve ahşabın olduğu yerlerde daha fazla var.
İnsan ile ahşabın ve taşın aşkları...
PANORAMİK AŞKLAR
Çok kısa süreliğine bir çay içimi uğradığım yere bir yabancı gibi geldim. Çayımı aldım ve ahşap masama geçtim. Çayımdan kaç yudum içtim bilmiyorum. Zaman mı durdu, yoksa ben mi zamansızlığın yolculuğuna çıktım. Ne olduysa etrafıma bakmaya başladığım zaman oldu.
Bulunduğum yer, bir kır gazinosuydu. Gazinonun sofasına kurulmuş bir sürü insan, çılgın bir renk ve ses cümbüşü içindeydiler. İşte o zaman tüm algılarım açılmış etrafımı izlemeye başladım. Artık içmek istediğim bir çay değil, etrafımdaki olanca zenginliği tek tek ele alma açlığını yudumlamaktı…
Gazinonun tabanı taş, korkulukları ise ahşaptı. Hemen sofanın dışında doğal çayırlar, doğal bitki ve çalılıklar uzanıyordu. İnsan eliyle ekilmeyen tamamıyla doğal olan bitki ve çalılıklar; insan eliyle biraz da olsa düzenlenmişe benziyordu. Doğallık bozulmadan biraz çekip çevrilmiş, mimari yapı ile ahenkli bir güzellik meydana çıkmıştı. Az ötede büyükçe bir göl uzanıyordu. Hiç deniz görmemiş olanlar bu gölü hemencecik denize benzetebilirlerdi; büyüklüğünden dolayı.
Bir çay daha söyledim. Gelmiş oldum yerin çok özel bir yer olduğu detaylara baktıkça, detayları keşfettikçe iyice su yüzüne çıkıyordu. Sanki rüya âlemine ruhumun girmesi yetmiyormuş gibi bedenim de girmişti.
Yakınımdaki üç ahşap masa da insanlar ile doluydu. Sanki bildik giyinişli insanlar değil aristokrat ecnebilerdi. Bir toplantı yapmak için burasını seçmiş bizden olmayan insanlar gibiydiler. Ama onla da bizim Türkçe konuşuyordu. Gülüşleri, şaraplarını yudumlayışları, birbirlerini süzüşleri tam bir sanat endamı içinde yapılıyordu.
Kır gazinosuna toplanmış kadınlı erkekler sıradan bir günün eğlencesini yapıyor gibi değil, Fransız aristokrasisinin tanıtım kokteyline gelmiş gibiydiler. Hemen yakınımda duran erkeğin beyaz tişörtü, sarı fötr şapkası, kısa kesilmiş saçları ve oldukça yakışmış sakal ve bıyığı vardı. Korkuluğun hemen yanında ayakta duruyordu. Başı ve bakışları yukarılara doğru yol alıyordu. Sanki o insanlara ait değil, orada olan ve bitenden haberi yokmuş gibi; ne çok kararlı ne de çok umarsız; biraz canı sıkkın ama oldukça dayanıklı bir bedenin dik duruşunu yapıyordu.
Ayakta korkuluğa tutunmuş sanki o guruba ait değil gibi duran sakallı adamın hemen yanında masada oturan bir bayan, kaniş cinsi siyah köpeğini eğlendiriyordu. İddialı bir makyajı vardı. Şapkası sanki renk cümbüşü gösterisi yapıyordu. Elbisesi siyah ağırlıklı yaka kısmı, turuncu ve beyaz bir şerit halinde yukarıdan aşağıya kadar iniyordu. Masada beş şişe şarap, beşi de farklıydılar. Şişelerin rengi, büyüklüğü ve etiketlerinin olmayışı o yörede, yerel bir üretici tarafından yapılmışa benziyorlardı.
Nasıl ki şarap şişeleri farkıysa masada duran şarap bardakları da farklıydı. Sanki burada bulunan erkek ve bayanlar ve tüm nesneler hep bir farklılığın yarışı için dizaynı gibiydiler. Orada bulunan gurubu ve yan masaları inceden inceye seyrettikçe neredeyse bir bulmacanın tamamının çözümü o sofada bulunan 14 kişide çözüme ulaşıyor gibiydi. Taş gazinonun taş sofası, ahşap korkulukları hemen ileride bulunan doğal çalılıklar ve bitki örtüsüyle uyum içinde bir sanat gerçeğine dönüşmüştü. Sanki birazdan zaman kendi doyumunu ulaşacak ve o görüntü zamanın ölümsüzlüğü içinde donacaktı.
Öyle de oldu gibi. Karşıki koruluktan gelen bülbül sesleri ve çok daha başka kuş sesleri, zamanın doyuma ulaşmış donmuş halini canlandırmaya yetmiyordu. Farklı boyutlardaki şişelerin hemen yanında duran çok küçük bir şarap fıçısı vardı. Sanki hediyelik bir eşya, bir süs gibiydi. Meyve tabağı oldukça büyük ve her çeşit meyve ile dolu hiç dokunulmamış gibi duruyordu. Şarap bardakları ıslak ve az da olsa şarabın içildiğini gösteren izler taşıyor, bir şişenin bitmiş olması da bu fikrimi destekliyordu.
Taş sofada bulunan on dört kişi aynı filmin oyuncuları gibi şık ve gösterişli görünse de sanki her biri farklı hayatlar, farlı hayaller ve zevkler içinde, farklı bir zamana doğru bakıyor gibiydiler. Sadece en uçta duran iki erkek ve bir bayan; bu anı yaşıyor gibiydiler. Bayanın İnce siyah par düsesi, siyah şapkası ve siyah eldivenleri ılık bahar gününe çok az uyum sağlıyordu. Gün ılıman olmasına ılıman da ama gün akşama yaklaştıkça gölden esen serinliği de hissetmeye başlamıştım.
Siyah deri eldivenli ve oldukça gösterişli bayan sağ elini yüzüne tutmuş kadınsı bir naz içindeydi. Sanki iki erkek de o kadına âşık gibi, bakış ve süzüşleriyle olanca yalvarışlarını yapıyorlardı. Kadın, ikisini de tercih etmemiş gibi donuk ve zaman ötesine aitlik içinde bakıyordu. Ne şaşkın ne de erkeklerin aşklarının farkına varmış haldeydi.
Köpeğini seven kadının bulunduğu masada tam karşısında sandalyesine ters oturmuş genç adam da, kadının arkasında ayakta duran sakallı adam gibi giyinmişti. Aslında ikisinin üstünde de bir örnek giysiler vardı. Siyah pantolon ve bir tek beyaz tişört giymiş olan genç adam, ayakta duran sakallı adamın oğlu veya kardeşi olabilir. Oldukça birbirlerine benziyorlar. Sakallı adam ne kadar konu ve muhabbet dışıysa genç adam da o kadar ilgisiz ve kendinden geçmişçesine rahat ve yalnızlığın keyfi içindeydi.
Yan masada da dört kişi bulunuyordu. İki adam yan yana, iki kadın da karşı da duruyordu. Kadının birisi sandalyeye oturmuşken, diğeri sofanın dışındaki korkuluklara yaslanmış hem masaya ait, hem de değildi. Onun karşısındaki adam ona doğru bakıyor görünse de koruluk ve göle uzanıyordu kadını delip geçen bakışları. Gölde birkaç küçük yelkenli uygun rüzgârı bulmuş olmanın tatlarını çıkarıyorlardı. Korkuluklara yaslanmış kadın, orada bulunan diğer kadınların en güzel, en alımlı ve en derin bakışlı olanıydı. Beyaz teni siyah gözleri ve turuncuya çalan bir ruj rengi ile bir parmak hareketi; tüm erkekleri ayağa kaldıracak durumdaydı.
Müthiş bir manzara, inanılmaz görüntüler, özellikler içeren masalımsı bir aşk panoraması içinde gibiydim. Sanki bir resim çiziyor ve sonra onlara canlı olmaları için bir ruh hediye ediyordum. Korkuluklara dayanmış beyaz tenli kadın yüzü; inanılmaz masumiyet gösterisi yapan bir çocuğun yüzü gibiydi. Sanırdınız ki bu kadın; hiçbir şekilde dünya çırpınışları, tozu-dumanı, kiri, gürültüsü duymamış öyle bir şey bilmiyor. Sandalyesinde oturan Mor hırkası üstüne oldukça yakışmış ve çocuk yüzlü kadına benzeyen, gururlu bir duruş içinde içkisini yudumlayan kadın da oldukça alımlı ve çekiciydi.
Burada bulunanların ortak noktası hemen hemen hepsinin şapkası ve ceketlerinin oluşuydu. Varlıklı giyinişlerinin yanında yeme-içme ve duruşları da belli bir görgü, eğitim terbiyesi içinden çıkmış olduklarının en net kanıtıydı. Diğer insanlar ile apayrı bir çizgi ile ayrılmışlarcasına benim varlığımı fark etmediler bile! Ama ben onları fark etmiştim. Daha çayımı yudumlar yudumlamaz! İşte ne olduysa bu fark edişten sonra oldu. Girmiş olduğum resmin içinden uzun bir süre çıkamadım… Ah yaşam! … Ah sanat! … Ah görgü! … Ah öğretiler…
Manzara müthiş bir güzelliğin sıra dışı aşklarının öyküsünü anlatıyordu. Renk ve karakter cümbüşü içinde tabiat da, orada bulunan erkekler de, kadınlar da inanılmaz güzelliğin panoramik aşklarını yaşatıyorlardı.
Güven
5 yorum:
Hem fotoğraflar hem de yazılarınız mükemmel.keyifle okuyorum..
Günaydın sevgili Güven..Kıskasım geliyor bu yazma yeteneğini.Ve yaşadığın her şeyi her yönüyle inceliyerek satılara döküşüne hayranım. Ellerine, emeğine sağlık ve teşekkürler zevkle okunası yazılarını bizinle paylaştığın için.Sevgiler..
Öylesine güzel anlatmışısınız ki sanki o renk cümbüşünün için de bende vardım ve yaşadım gördüm modanın tüm zarafetini ve renklerini özenmedim desem yalan olur. Hem yazan ellere hemde yazıya onu olan kişilere, doğanın inanılmaz güzelliğini. Keyfle okudum, yaşadım gülümseyerek ayrılıyorum sayfandan sevgili Güven.Kalemin hiç susmasın.Sevgilerimle, Harikasın..
Sevgili Güven kardeşim. Önce şu tahta bavul beni çok etkiledi söyleyim... Taaa çocukluğuma gittim.. Babamında 2 tane öyle tahta bavulu vardı..Gurbet ellerden o 80 kiloluk)) tahta bavulları nasıl taşımış hala merak ederim..
Panoramik aşklar yazını büyük bir daikkatle okudum.. Ve bu (mekan demeyeceğim)yeri çok merak ettim.. İnanılmaz dikkatli bir insansın. Ürettikçe üretiyorsun.. Yazman için herhangi bir esintiye gerek yok. Herşeyi en güzeliyle anlatıyorsun. Yazını okurken aklıma Pınar KÜR'ün İlk Aşk Romanı geldi..Detaylar, ayrıntılar, duygular...mükemmel.. Daha ne diyem ki..
Sevgili Güven;sözcüklerini öyle güzel nakşetmişsin ki kurduğun cümleler bütünü ,muhteşem bir yağlı boya resmi ortaya çıkarıyor.Sanki okumuyor seyrediyor insan; o güzel renkleri ve figürleri.Selam ve sevgiler...
Yorum Gönder