Kamera; Güven Yaşlı Meşe Ağacı
Sessiz tepelerin yaşlı ağaçlarına bayılırım.Onlar,
yalnızlığın türküsünü ve yalnızlığı onurlu
hale getirirler.
Ve biz sosyal olacağız derken;
toplumun acılarını,ağrılarını,saldırılarını
üstlenir,bize ait olmayan bedenleri taşımaya
çalışırız...
Kamera; Güven PERA MÜZESİ
Tepebaşı İstanbul'da Suna İnan Kıraç Vakfı,
harika bir iş çıkarmış.
Müzenin içinde sizi değişime davet eden
sanata koşulsuz gidin.Öylesine...
Kamera; Güven Pera Müzesi-2008
Josef Koudelka'nın Çingeneler Sergisi
usta sanatçının yakalamış olduğu
masumiyete bakar mısınız lütfen!
Kamera; Güven Pera Müzesi-2008
Josef Koudelka
Bir ses duydum.Pera Müzesi beni mi
çağrıyor ne! :)) Özlemişem,hastasıyam...
İYİLİĞİN SINIRI ve SIRRI
Sizce iyilik nedir? Her şeyimiz tamam olunca altımızda kalanlara, zorluk içinde yaşayanlara yardım ve merhamet etmek midir? Yoksa iyi olmanın dış ödülü gereksizdir, zaten içsel ödül tabiatın harika bir teşebbüsü ile bize geri döner; felsefesi gereği midir iyilik?
Ninem için iyilik, yardıma ihtiyacı olan ve onun çevrisinde yaşayan her insana el uzatmaktı. Dedem içinse iyilik, ağır adam suskunluğu içinde komşunun malına, canına derin bir saygı duyarken, aynı saygıyı kendisinin de beklemesiydi. Babam içinse, muhtaçlık içinde olan, maneviyat ve maddiyetin dibine vurmuş tüm canlıların yakınında olmaktı. Onlar için adanmışlığın doğal duruşunu yapmak; babamın en önemli iyilik anlayışıydı…
Peki, bizler için iyilik; hangi bedensel ve ruhsal iteneğin gösterisidir? Biz iyi olmayı kanunlar, gelenekler veya cennetteki bize ayrılan yer için mi yaparız? İnsana yüklenen milyarlarca hücre; iyi olma kültürünü kendi tercihi ile sahiplenme ve onu ölümlü beden içinde ölümsüz bir kabul ediş dönüşümüne çeviremez mi? Elbette çevirir. İnsan, öyle bir güzel canlı ki; isterse tüm kirleri temizler, tüm namussuzlukları soylu bir lütuf haline dönüştürür. İnsan bu! Varlığın yok edişini de o yapar; varlığın var edişini de… Hâlbuki varlık, insandan çok önce vardır. Belki de insandan sonra da hep olacak. Evren; doğum sancılarını hep çekecek. Genişleyen, koşan yaşama dört elle sarılan anne gibi; doğurmaya devem edecek; ömürden ömre yaptığı geçişlerle.
Sanırım nine, dede, teyze, hala kültürünü almayan yoktur. Ninenin, dedenin kendine has kokularını hatırlamayan çok az insan vardır. Ve o kokularda hep iyiliğin, doğruluğun mesajları vardır. Yıllar ve millerce uzaklığın yer değiştirdiği evrende, nine ve dedelerimizin, babalarımızın çok uzakta olduğu mavi dünyada; biz bize has olan insani kabiliyet ile onların bıraktığı iyiliğin kokularını duyarız.
Bedenimizin gönüllü kabul ettiği iyi insan olma, iyiliğin alandan çok veren olması; günlük hayatımızda biraz sekteye uğramıştır. Çünkü iyiliği kendi miskin çıkarları için kullanan insan topluluğu birken, beş; beşken on, yüz, bin olmuştur… Şimdi iyiliğin frenine basıp, iyiliğin kötülüğe dönüşmesini engelleme zamanı. Hani eskiler bir söz demişti iyilik adına; “ iyilikten maraz doğar.” diye… İyiliğin frenine basılmaz ve terazinin iyilik dengesi iyi ayarlanmaz ise; iyilik kötülüğü besler. Ve biz asıl kabahati kendimizde bulmak yerine; “iyiliği” suçlu kabul eder, sevmediğimiz kötülüğe bir adım daha yaklaşırız.
Kış ayının ılıman gününde öğle yemeği için evime gidiyordum. Evimize yakın olan Atatürk Okulunun öğle paydosu eğlencesi içinde olan çocuklar, oyun oynadıkları topu yola kaçırmışlar. Okulun kale gibi yüksek duvarları inmelerini engelliyor. Erkek çocukların çoğunlukta olduğu koro bana seslendi;
“ Abii topu atar mısın? Abii topu atar mısın?” koru eğlencenin doymamışlığı ve çocuk neşesi içindeydi. Bense sağır ve kör numarasını yapıp iyilikten uzaklaşan adımlar ile eve yaklaşmak istiyordum. Zamanım azdı. Ellerim doluydu. Üstelik top da kirliydi. Çocuklar yine tam bir uyum içinde bana seslendiler;
“Abii topu atar mısın?” Çevreye bakındım benden başka “abi” yoktu. Bedeni yokladım henüz tam kötü ve duyarsız değildi. Yaklaşmış olduğum evimin yolundan ters tarafa çocukların topu düşürdüğü yöne doğru ilerledim. Kocaman gözlerini açmış ve bağırmaktan yorulmamış çocuklar onlara iyilik yapacak kahramana yüksekten bakıyorlardı. Okul duvarlarını yükselttiğimiz ama eğitimi, öğretimi, sanatı tam tersine yükseltemediğimiz okulun kale duvarı gibi yükseltisinden onlarca çocuk, beni izliyordu.
Sağ elimdeki eşyaları sol elimdekilerle birleştirip sağ elimle almış olduğum topu, iyilik adına kale duvarları gibi yüksek okula attım. İyi bir atış oldu hani. Topu o kadar yükseğe atmam göbeğimi biraz acıtsa da, iyi olma adına kendimi daha iyi hissettim. Tam bu işin sonu geldi; ben mutlu, çocuklar mutlu derken; bir başka çocuk korosu seslendi;
“ Abii bizim topu da atar mısın? Abii bizim topu da atar mısın?”
Tanrı aşkına kaç top var diye etrafa bakındım. Bir başka top göremedim. Kale duvarı gibi yoksak okul duvarındaki çocuklar yine aynı ses uyumu içinde “ abi şurada, şu karşıki arabanın altında.” demezler mi! Hey Tanrım; diye Aborjinler gibi telepati duyurusunu yaptım.
İyilik adına birinci topu atmış, çok kolay bir iyilik yapmanın iyi olma halini hissetmiştim ama bu kadar da fazlaydı hani! Top aracın kıç tarafında epey içerideydi. Bir defa elimdeki eşyalar ile asla onu alamazdım. Diz üstü eğilmeli bir kedi gibi aracın altına süzülmeliydi. Kendi kendime söylenmeden de edemedim. Allah’ım “ iyi olmak ne kadar da zormuş!”
Etrafıma bakındım. Benden başka iyi olacak başka bir iyi insan yoktu. Ve yüksekte, kale duvarlı Atatürk Okulunun çocukları hâla ümitlerini kesmedikleri iyi adama bakıyorlardı. Boynumu büktüm. Çocuklara bu iş olmaz dercesine el-kol hareketi yaptım. Ama çocuklar hâla bekliyorlar. Sanırım benim kötü olacağıma, onları yarı yolda bırakacağıma inanmamışlardı. Tüm inançlarına karşın iyi olmama kararını verip geri evime doğru yöneldim. Az ileride bir dal parçası gördüm. Allah’ım dal parçası iyilikten vazgeçen adama; “ al beni, iyilik yapmaya devam et” der gibiydi.
Yaklaşık bir metre olan dal parçasını alıp tekrar aracın yanına gittim. Sağ elim ile tuttuğum dal parçası benden önce topu aldı. Sanki dal elim, el, dal parçası olmuştu. Hareket eden ben değil, iyiliği yapan o küçük, kuru dal parçasıydı. İkinci topu da zorlanarak, göbeğimi ağrıtarak yüksek okul duvarlarına fırlatıp attım. Yine başarılı bir atış oldu.
Yaşadığım bu olay; alışık olmadığım iyilik adına; bana on dakika kaybettirmişti. Ama görünen o ki, yeterince temiz, doğru ve uygar olalım diye; bazen tozlu, kirli ve uğraş verici iyilikleri unutmuşuz biz! Hâlbuki bu hayatın en güzel yanları; İYİLİĞİN SINIRI ve SIRRI içindeki öğretileri değil midir dostlar?
Güven
6 yorum:
Her zamanki gibi harika anlatımın beni kendimden geçirdi Güvenciğim.Okurken resmen izler gibi oldum.Ne iyi yapmışsın o çocukları sevindirmişsin. Ama iyilik yapmanın günümüzde şöyle durumları da var.Ben bunu birkaç atasözü ile özetleyivereyim:))
- İyilikten maraz doğar.
- Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır.
Ama bizim gibiler Güvenciğim şu atasözünün arkasına takılırlar : " İYİLİK KÖTÜLÜĞÜ ÖLDÜRÜR"
En güzeli de budur.
İyi geceler canım arkadaşım.
Yine güzel yorumlar dosta dosttan öte akmış.:))
Evet Zühreciğim iyilik, çok ayrı bir kültür aslında. Çok derin bir mevzu gibi görünse de, sığda yaşarken derinliği yakalayan insanlar için; yorumsuz,koşulsuz yapılacak o kadar çok iyilikler var ki...
Bir gerçek de var ki; hayatımızın bize göre sağlıklı ve huzurlu geçebilme adına; iyiliğin sınırı ve sırrı; iyi yakalanmalı gibi.:))
Evet, iyilik kötülüğün korkulu rüyasıdır.))
iyiliğin frenine basılmaz ve terazinin iyilik dengesi iyi ayarlanmaz ise iyilik kötülüğü besler hak vermemek elde değil iyilik duygusu insanın içindedir çıkar için beklenti için iyilik yapılmaz..paylaşımın için teşekkürler ..bir gün size rahmetlik anneannemin yapmak istediği bir iyiliği anlatacağım sevgiyle
Anlatınızı bekliyorum.Pamuk elli,gülpembe yanaklı babaanne,anneannelerin anlatılarını seviyorumuum ben..))
Muhteşem bayılıyorum yazım anlatım tarzınıza yaşatıyorsunuz o anı çok teşekkürler Güven zevkle okudum, okuyacağım sevgiler..
Hoşgelmişsin Egeciğim.Ne güzel,ne hoş yazılıp,çizilip de anlaşılmak.Beni de bu besliyor işte:))
Sevgilerimle
Yorum Gönder