21 Kasım 2009 Cumartesi

GELİBOLU

 
Posted by Picasa


ŞAFAK TÖRENİ

İnsanların soylu vicdanları, soylu geçmişler üzerine kurulu hatıraları yâd etmek ister. Kirlenmiş geçmişlerin gölgesinde eğri-büğrü durmak istemez; insanoğlu…

Yakın tarihimizin en önemli iki olayı ne deseler; Gelibolu savaşı ile Kurtuluş savaşı derim. Bizi biz yapan ve bir ulus, bir öz olarak kalmamızı sağlayan iki büyük savaş…

Yıllar sonra, yine şafak törenine katılmak amacı ile atalarımızın savaştığı Gelibolu’na gittik. Aynı ekibin aynı inancını taşıyan beş kişiydik. Koşulsuz ama irdeleyerek ve binlerce kilo metre uzaktan gelen insanları anlamaya çalışarak…

Bazı ulusların savaşları, maceraları çok az olmalı! Öyle ki Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar için “hiç” uğruna girdikleri savaşın kaybedilmesi bile; torunlarına bırakacakları büyük bir miras olmuş. 94 yıl önce, büyük dedeleri, büyük amcaları bu topraklara ayak basarlar iken; bizim dedelerimiz, amcalarımız da bu toprakların sahibinin kim olduğunu hatırlatıyorlardı.

Tam bir ölüm-kalım anıydı. Binlerce mil uzaktan gelen ve maceraya susamış genç insanların tutkuları, istedikleri; zaferle dolu bir savaş olmuşken; bizim dedelerimiz hep buradaydı. Yüzlerce yıl vatan belledikleri ve bu uğurda inanılmaz bir bedel ödedikleri bu yerlerde; son bir kez daha bedel ödüyorlardı. Hem de canları ile… Bir tas çorba, bir dilim kuru ekmek; belki de en büyük şükrandı Allaha; aç kalmayıp vatanlarını koruyabilecek durumda oldukları için!

Anzac Koyu inanılmaz bir kalabalık ve bir o kadar da sukut içindeydi. Binlerce insan; büyük dedelerinin umutla ayak bastıkları ve birçoğunun öldüğü topraklarda; o anı yaşamaya gelmiş. Bazıları gün yorgunluğunu uyku tulumları içinde, yarı uykulu bir halde devam ettiriyor; kimileri de, konuşmaları, gösterimleri dinliyor, izliyorlardı.

Ülkeler üzerine düşeni fazlası ile yapmış görünüyordu. Türk Hükümeti güvenlik sorunlarını en sıkı bir şekilde çözümlerken; Avustralya ve Yeni Zelanda Hükümetleri de işin teknik kısmını son imkânlar ile kabullenmiş ve uygulamış. Harika bir planlama ve düzenleme göze çarpıyor. Işıklandırma ve dev ekranlar görsel ve işitsel tatmini en yüksek seviyeye çıkarmış. Anzac Koyu ve Kaba Tepe’ye uzanan yamaçlar; devasa bir açık hava tiyatro görünümüne bürünmüş. Tabiata, tarihi dokuya hiçbir zarar vermeden çelik kolonlar üzerine kurulmuş oturma yerleri, ince bir mimari ile görkemli hale getirilmiş.

Büyük çoğunluğu genç ve bayanlardan oluşmuş inanılmaz bir kitle; savaşın ve kaybedişin gözyaşlarını değil; onurlu bir mücadelenin, sadakatin, cesaretin göz aşlarını; inceden inceye döküyorlar…

Bir tarafta “ben sizlere savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” inancına gölge düşürmeden ölen ve tümüyle vatana adanan 57. Alay’ın 94 yıl önceki korkusuz soylu ölümleri; bize vatanımızı, namusumuzu, onurumuzu kazandırmışken; bir taraftan da savaşın kaybeden, ama bu kaybedişi; cesaret, sadakat ile süsleyen insanları torunlarının inanılmaz duygulu gösterimleri devam ediyordu…

Hangi savaş haklı bir sebebe dayandırılır ve ölüm haklı bir vicdan ile diğer nesillere aktarıla bilinir? Elbette bizim; Çanakkale savaşımız, Kurtuluş savaşımızın soylu mücadelesinin tarihe geçtiği gibi! 94 yıl oldu ölümlerin sessizce göz yuman bedenlerinin gidişi. 94 yıl oldu top ve silahların kan akıtmayışı… Şimdi aynı yerde, kan ve ölüm değil, gözyaşı, dualar, ilahiler ve barış umutları bir birine karışıyor.

Gelibolu bülbülleri yine 94 yıl önceki ötüşleri ile selamlıyor bizleri. Ama bu sefer, bülbüllerin sesleri; acı dolu özlemleri değil, saygı dolu savaşların barış umutlarını dillendiriyordu. Ve ben ilahiler okunurken ve benim ülkeme gelip, benim toprağımı almak isteyen insanların torunları ve onların gözyaşları için; duygu büyütüyordum…

Ve ben insanlığa; kahpe bir ders verme, intikam alma duyguları ile değil; aklın, sanatın, sevginin iç içe geçmişliğinin verdiği cesaretle gidiyorum…

Savaş alanlarında bir komutan, siyasi alanlarda bir yönetici ve küçük bir çocuğun karşısında nazik bir adam olan Mustafa Kemal; savaşın en kanlı zamanında, bu ülkede ölen Anzaclar için; tarihe sonlu bir insan sözleri ile sonsuz bir yaşam sunan konuşmaları, şafak sökmeye çok az kala; Türk bir subay tarafından okundu;

Uzak memleketlerin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar;
Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yana yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar;
Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarımız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Bu topraklarda verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.

Genç Anzaclı gençler, dedelerinin rahat ve huzur içinde uyuduğu ve kabul gördüğü bu toprakların ruhundan çıkmış ve insandan öte geçmiş bu sözler için; ilk kez alkış yaptılar. Belli ki bu sözleri ezbere biliyorlardı…

Şafak sökerken, binlerce insan tek beden olurken; ilahilerde okunmaya başladı;

Tanrım, bu gün;
Biz kulların olarak ağırbaşlı bir şekilde
Geçirdiğimiz savaşları hatırlıyoruz;
Ölümü, kaderi ve cesareti!
İşlenen günahlar için,
Sen’in affına sığınıyoruz.
Asil ve onurlu her şey için
Sen’i övüyoruz.

Binlerce insanın aklı, disiplini, inancı sükûtu; insanlığın ölüme koşan; ölümcül hastalığını kusuyor gibiydi…

25 Nisan 2009

Hiç yorum yok: