BABA OLMANIN ŞANI
Ey özgürlük, diye başlar bir şarkının sözleri. Bir devrin,
imparatorluğun kuruluşu da;
“ Ey oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…”
diye… Öğütlerin yücesi olmaktan öte, tecrübenin, deneyimin ve sezginin saf
gerçeği dökülür; yüzyıllar sürecek sevince, dövüşe evrilir…
Özgürlüğü, zıpırlık,
sorumsuzluk sananların kanatları hiçbir zaman uçmayı öğrenemedi Ruhları da göğe
yükselmedi. Bir çırpınışla son buldu nice uygarlık; daha başlamadan bitti.
Truva medeniyeti
öyle mi? Kim bilir kaç yüzyılın üzerine kuruldu o muhteşem surlar, tapınaklar,
evler, bahçeler. Hektor, günümüzden 3200 yıl önce nasıl yazdıysa şanını destanlara;
şairler, yazarlar öyle sahip çıktı bu büyük medeniyetin büyük kahramanına.
Her medeniyeti dize getiren,
yanıltan olaylar; tabi-doğal süreçler gibi işlemeye başlar. Truva’nın
koruyucusu Apollon,Odysseus’un kurnazlığına yenik düşmüştür. Bir tahta at; koca
bir medeniyeti yok etme sürecini başlatmıştır.
Bütün bu yıkımlar,
yangınlar insanın pes etmesini değil daha ilerlemesini alevlendirmekten başka
bir şey değildir! Katiyen; değildir…
Efkârlı bir gecede
karlı kayın ormanında yürüyen şairin derdini tam olarak anlamak, çözmek nasıl
mümkün olmadıysa; destanları, masalları, yüzyıllarca hüküm süren
imparatorlukları öyle anlayamayacağız…
Hiçbir başarı;
yüzyıllar süren oluşum; devlet, imparatorluk tesadüf değildir. Zaman saati işlerken,
toplumların, milletlerin, ırkların saati de öyle işler. Nehirler gibi akarlar;
kimi yeryüzünün üzerinden; kimi ise yerin derinlerinden…
Ey Oğul! Seslenişi,
sıradan, tesadüfü veya kendini öne çıkartan, itaat arzusuyla yanan bir hissiyatın
felsefesi değildir. Bir milletin; hatta milletlerin oluşacağı yolun yolcusuna;
öncüsüne; babanın şanına; bilgeliğin manevi ateşinin dumanı ve alevi gibi
zorunlu bir destur; öğretidir.
Şeyh Edebalı babalık
şanının gereği yapmıştır bu seslenişi. Hiçbir zorlama, kural, kanun, korku
taşımaz; birkaç sözcüğün bir koca dünya oluşturacak başlangıcın Osman Gazisine.
“ Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize;
uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…”
Zaman saatini geriye çekmenize;
çekmemize gerek yok. Tarihin sayfaları, imbiğin saf damlaları gibidir; bilginin
sağlamına, inancın, inanmanın, anlamanın kalfalığına tutundunuz mu bir kere;
hoyrat rüzgârlar bana mısın demez sizin can taşıyan bedeninize.
Bir başka baba;
oğlunu almak için gece süzülecektir düşmanın çadırına. Ne zaman? Günümüzden
3200 yıl önce. Bir babadır Truva Kralı Priam. Oğlu Hektor’u öldüren Achilles’in
(Aşil’in) çadırına korkusuzca süzülmüştür. Gecedir; Nice kuşatmaya göğüs
germiş, yıkılmamış, dayanmış, bileği bükülmemiş Truva şehri; Büyük prensi
Hektor’u kaybetmiştir. Hektor; Achilles ile girdiği savaşı kaybetmiştir.
Truva Kralı Priam
babanın acısını, onura, şana dokunmadan ifade eder. Düşmanına, oğlumu bana geri
ver, diye seslenir. Ver ki onun şanına yaraşır bir ölüm töreni düzenleyim.
Düşman dediğimiz yarı
tanrı; yenilmez bir kahraman; Achilles (Aşil) Babanın; Kral Priam’ın acısı
sağlamdır. Babalık inancı ise tam ve bütün…
Achilles gibi bir korkusuz,
ölüm meleğinin yüreğini dağlamak, onu vicdani mahkemede geri çekilmeye,
anlaşmaya varmaya kadar götürecek şey; babalık şanıdır…
Savaşa 12 gün ara
verildiğini müjdeler Achilles. Hektor’un şanına yaraşır bir ölüm töreni için;
babanın, babalığın yüce acısına destansı bir veda için 12 gün savaşılmayacağını;
en savaş yanlısı ve en güç taraftarı Kral Agememnon’a karşı durarak, göğüs
gererek kabul eder.
Destanların, büyük imparatorların,
imparatorlukların yüceliği sadece kalabalık olduklarından değil; içsel zenginliklerinden,
kanla yıkansalar bile insana dair şanları, erdemleri, sevgileri unutmamış
olmalarından ötürüdür.
Kral Priam, ismi
hiçbir zaman unutulmayacak olan Hektor’un ölüsünü alır ve onun şanına yaraşır
bir törenle yakar. Bu şana, yüce destanlara büyüklüğü, yüceliği katan şey;
iyiliğin büyüklüğü, felsefenin, inancın zenginliği kadar; düşmanın, düşmanların
da sağlamlığı, acımasızlığı veya görgüleri, erdemleri etki eder.
Ey Oğul! Seslenişi de
öyle bir büyüklüğün temellerini atarken; yüce bir hatırlatma, değerli, eşsiz
bir nasihatten başka bir şey değildir…
Her daim önemini
koruyacak en hakiki gerçek-şan; kuruluşların büyük heyecanını, yürüyüşlerin
büyük törenini bilmek kadar, yıkılışların büyük çöküşlerini, kaybedişlerini de bilmek,
görmek ve anlamaktır diye düşünüyorum…
Çünkü insanın ve
babalığın şanına bu yaraşır; yaraşıyor; kalbimin içinden, taşıdığım milyonluk,
milyarlık hücrelerin; genler, elementler arası, öğretilerin fısıltılarından edindiklerim
bunu anlatıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder