22 Kasım 2014 Cumartesi

ULAN TEKİRDAĞ


Kamera; Güven - Tekirdağ


ULAN TEKİRDAĞ

 Meteorolojiye bakılırsa Tekirdağ’da sağanak yağış olacak. Kim bilir hangi Tekirdağ belgesini ıslatacak! Her zaman gezindiğim yerdeyim; sahilde… Çınarlar insanı şaşırtacak derecek çıplaklığı sergilemek için, temizlik işçilerine inat yapraklarını çıkartıp atıyorlar. Ilgın ağaçları güzelim kostümlerini sarıya çevirmişler. Çamlar; kuşların sığınma, insan denen canlının kış zamanı, yeşile açlığını giderme adına; yem yeşiller…

 Dostum taksici her zaman aynı yerde; yine bir parça bilgi, öğreti adına gazetesinin içinde kaybolmuş. Bu kayboluş, etraftan el ayak çekme değildir. Bir taraftan da gidenleri, gelenleri esnaf ciddiyetiyle takip ediyor. Otuz yıldır selamlaşıyoruz; aynı saygınlık, aynı gülümseme içinde…

  Belediye Halk Otobüsü tam gaz sahil geçişi yaparken egzozu öyle bir ses çıkarttı ki, yukarıda, viran, kimsesiz çay bahçesinin üstünde yaşayan köpeklerden en yaşlı olanı; “ne oluyor, kıyamet mi kopuyor” dercesine, yaşlı sesiyle havladı durdu. Durmayan otobüs şoförü, belli ki patlama, çatlama ve kara duman; ona hiçbir şey anlatmıyor. Görünen o ki, halk otobüsleri ve şoförleri çok çabuk yoruldu. Titreyen, patlayan araç gürültülerinden anlaşılıyor. Tam olarak kurumlaşma hizmeti geliştiremedikleri için, büyük koşuları onları oldukça yormuşa benziyor…

  Güya Tekirdağ’da ki hava sıcaklığı 10 derece olacak günlerden birisini yaşıyorum! Öyle değil tabi; güneş, ufkun üzerinde yükseleli çok olmuş. Denize vuran şavkı şehrimi 10 derecenin çok üstüne çıkartmış. Denizin duruluğu kadar griliği, parlaklığı da tabiatın asil marifetini anlatıyor…

  Şair Attila İlhan’ın İstanbul Ağrısı şiirini anımsamaya çalışıyorum;

Ulan İstanbul sen misin/Senin ellerin mi bu eller/Ulan bu gemiler senin gemilerin mi?
Sana taptık ulan/Unuttun mu/Sana taptık

  Şair böyle sevdi İstanbul’u. Benim sevgim da az değil ama! Bir gün, bu şehrin özgür üniversitesi, o üniversitenin genç araştırmacı öğrencisi yerel basına göz gezdirecek ve bu geziş esnasında kendi keşfini yapacak; o zaman, Tekirdağ sevgimin, içselliği, gizemi, çaresizlikten çareler üretme marifetleriyle yüzü gülecek…

  Kim bilir kaç kez “ Ulan Tekirdağ, sevdim seni, sana muhtacım, bu kirli çocuk yüzün, fark edilmeyen denizin, dağların, coğrafi konumun; ulan yine başımı döndürdü, yine çılgına çevirdi beni” fısıltılarıyla yürüdüm bu şehrin kordon boyunda, yıkılan, yıkılmakta olan cumbalı ahşap evlerinin iç sızlatan sokaklarında…

  İki erkek öğrenci, biri diğerine yakınındaki köpeği anlatıyor; “ bu köpek var ya, buraları avucunun içi gibi biliyor.”

  Çocuğun düşüncesine saygıyla katılıyorum. Köpeklerin en sağlam yanlarından birisi de, çevrelerini tanımaları. Koku alma duyuları, bellekleri insandan ötedir. Çocuğun köpek için kullandığı deyimi “avucunun içi gibi bilmek” sözcüklerini ısrarla düşünüyorum. Avucumuzu bile bilmediğimizi biliyor muyuz acaba. Kaçımız, çocuğumuzun, kızımızın odasını, o odada hangi eşyaların, hangi resim, fotoğrafların asılı olduğunu; oda rengini biliyoruz? Kaçımız, her gün geçtiği sokağı, orada yaşayan diğer canlıları, ağaçları, kuşları gözleye biliyoruz.

  Bu sorgulama içinde, her gün nesnelere dokunduğum, klavyenin tuşlarına basmama yardımcı olan ellerime, avuçlarımıza biraz daha dikkatli baktım. Ben, en yakınımda duran avuçlarımın içini, içinde bulunan çizgilerin uzantılarını, nerede başlayıp nerede bittiklerini bilmediğimi gördüm. Mazeretimiz ne ola ki? Büyük koşu mu? Yaşam telaşı mı? Hiç sanmam!

  Avucumu pusulanın duruşu içinde gözlerimin önüne getirdim. Kuzey, Güney, Doğu, Batı diye bölümlere ayırdım. Bu ayrımı yaparken, Karayel, şehrimin güneşli pırıltısı içinde esmeye devam ettiği için, rüzgârları, yönlerini de avucumun içine koydum.

  Avuç yukarısına dikine çıkan iki büyük çizgi, yukarıda kuzey yönünde buluşuyorlar. O buluşma yönünden Yıldız esiyor. Orta bölümden, kuzeye çıkan çizginin sağ ayağından aşağıya, güneye, kıble yönüne kalın bir çizgi iniyor. Avucumun güneybatı yönüne, yani lodosun estiği tarafa da kalıncı bir çizgi, kuzeye doğru çıkan çizginin sol ayağı yerleşmiş. Doğu tarafına paralel bir çizgi, ufuk çizgisi gibi ilerliyor. Gün doğusuna, keşişlemeye, poyraza, yani güneydoğu, doğu, kuzey doğu yönüne ilerleyen onlarca küçük çizgi, kimi uzun kimi kısa…

 Ulan Tekirdağ, kirli çocuk yüzün, poyrazın, karayelin, lodosun, hiç durmadan kirletilen denizin; seni anlamaktan uzak şehir insanın, sana sırtını dönse de, sen yine de sevilmeye, önünde eğilmeye, sonsuza uzanan şükranları sunulmaya layıksın ulan…

  Güven Serin



Hiç yorum yok: