18 Haziran 2014 Çarşamba

EBEVEYN OLMAK (ANNE ve BABA OLMAK)


Kamera; Güven   Tekirdağ

EBEVEYN OLMAK (ANNE ve BABA OLMAK!)

Her ülke kendi devamını korumak, geleceğini garanti altına almak için çocukları, o güzel şeyleri öve öve bitiremez. Kimileri bütün çıplak gerçekliğiyle onları baş üstünde tutarken; bazı ülkelerde çocuk olmak; kayıp bir şey olmak gibidir.

  Sizler sanırsınız ki o güzel canlıların bütün ihtiyaçları en üst düzeyde karşılandığı an her şey güzel olacak. Böyle değildir işte. Olmadığını çevrenize bakarak, en iyi şartlarda yetişen çocukların ne büyük bir muhteşemlik le yalnızlığa sığındıklarını bir görün; kendi soylu gözlerinizle…

 Şüphesiz ki ebeveynlerin ellerindeki güç, küçük bir çocuğa göre oldukça fazladır. Bütün ihtiyaçları karşılayan onlardır. Doğal olarak, irademizi, bedenimizi yönlendirme hakkını da onlar elde ettiklerini sanırlar. Böyle olmadığını düşünsek bile daima kocaman bir minnet, şükran duygusunu seslendirecek çocukların gözlerinin içine bakarlar.

 Baskın, alfa kişilikli anne ve babaları, çocukları, gerçek manada çocuklarını seven bir ülkenin üniversiteleri tarafından büyük projeler altında incelemeye alınsa; ortaya çıkacak yanlışlar, toplumların kaderini değiştiren çocuk yalnızlıklarıyla karşı karşıya kalırız. Ve kendimiz ile yüzleşme fırsatı bulmamak için belki de gözümüzden bile sakındığımız çocuklarımızı nasıl bir sıkıştırma içinde patlama noktasına, onların çocuk sevinçlerini yok etme yolculuğunu ebeveyn tutkusuyla yerine getirdiğimizi anlamış oluruz. 

 Babanın alfa bir kişiliğe sahip oluşundan, hayatı sadece para kazanmak ve en iyi bir şekilde yaşamak kültürüyle karıştıran Kafka’nın babası, Kafka’ya, derin içsel yolculuklar yaşatırken; dünya edebiyatına, çocuklarını etten, kemikten birer rabot gören anne babalara;

“ Ey sizler; durun! Ne yapıyorsunuz? Geleceğimiz dediğiniz çocuklarınızı kaybediyorsunuz! Çocuğunuzun oyun arkadaşı olmadan, onu anlayamazsınız. Onu kazanmak için saçınızı süpürge etmenize hiç gerek yok! Gerçekçi, samimi olun yeter! “ bu şekilde seslenmiş olabilir.

 Kafka’nın babasına yazdığı ve hiçbir zaman paylaşmadığı babaya mektuplardan sadece birisi aşağıdadır. Birkaç gün önce babalar günüydü. Ticari amaçlarla icat edilse de böyle günler; belki de bir ömrün yapılacak hatalarını sadece bir gün bile irdeleme fırsatı bulan ebeveynler; kendi vicdanlarının yanında, toplumlarına en büyük, en görkemli mirası bırakma fırsatı yakalayacaklardır.

 Kafka’nın babasına yazdığı mektuplardan birisi;

“ Çok sevgili baba,
     Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmenin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısman tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için.

  Ve şimdi burada sana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam da, bu fazlasıyla eksik kalacaktır, çünkü bu korku ve onun etkileri senin karşında yazarken de ket vuruyor bana ve dahası meselenin büyüklüğü, hafızamın ve aklımın sınırlarını çok aşıyor.

  Bu mesela sana daima çok basit göründü, en azından benim karşımda ve hiçbir ayrım yapmadan, başka pek çok insanın karşısında söylediğin kadarıyla.

  Durum sana yaklaşık olarak şöyle görünüyordu;

   Bütün hayatın boyunca çok çalıştın, her şeyi çocukların, özellikle de benim için feda ettin, ben de bunun sonucunda ‘günümü gün ederek’ yaşadım, istediğimi öğrenmek konusunda sınırsız özgürlüğe sahip oldum, açlık kaygısı, daha doğrusu herhangi bir kaygı duymak için hiçbir nedenim olmadı; sense bunun karşılığında bir minnettarlık beklemedin, ‘çocukların minnettarlığını’ bilirsin ama en azından herhangi bir yakınlık, bir duygudaşlık işareti bekledin; oysa ben eskiden beri senden saklanıp odama, kitaplara, çılgın arkadaşlara, aşırı fikirlere sığındım; seninle asla açık konuşmadım, bunun dışında aile mefhumuna hiç sahip olmadım, işle ve senin diğer sorunlarınla ilgilenmedim, fabrikayı senin başına sardım ve sonra da seni ortada bıraktım…

  Benim hakkımda yargını özetleyecek olursan, beni doğrudan yakışıksız ve kötücül bir şeyle suçlamıyorsun gerçi, ama soğukluğumu, yabancılığımı, nankörlüğümü ayıplıyorsun.

  Ve senin tüm bunlarda, bana karşı fazla iyi olmak dışında hiçbir suçun yokken, sanki suç bendeymiş gibi, sanki diyelim bir dümen kırma hareketiyle her şeyi farklı yapabilirmişim gibi getiriyorsun bu suçlamaları.

  Senin bu alışılmış açıklamalarında doğru bulduğum tek nokta, birbirimize yabancılaşmamız konusunda senin tümüyle suçsuz olduğuna benim de inanıyor olmam. AMA TIPKI SENİN GİBİ, BEN DE TÜMÜYLE SUÇSUZUM…”


 Güven Serin 

Hiç yorum yok: