21 Nisan 2014 Pazartesi

GÖÇMEN KIZI


Kamera , Güven   Göçmen Kızı- Tekirdağ


Kamera; Güven   Göçmen Kızı

Ey Selim! Ey Selim! Bizi bu koca dünyaya kim anlatacak?
Göçler özlemleri tetikler;özlemler insani muhtaçlığı...


Kamera; Güven   Göçmen Kızı


Kamera; Güven  Göçmen Kızı


Kamera; Güven   Ayrılığın güz rüzgarları esiyor.
Balkanlar üzerinden akordeon sesi yayılıyor
hüzünlü günün umut dolu şafağına 



Bana bir gün ver, dedi:sadece bir gün;
belki bir ömrü anlatacak o güne, belki bir ömrün
geç kalmışlığını sıkıştıracak...


Kamera; Güven 
Masallar nasıl başlar?
Bir varmış bir yokmuş...



GÖÇMEN KIZI

   Bu sözcük kulağa ne kadar hoş geliyor; çünkü önüne aldığı sıfat, hemen hemen hepimizin geçmişinde var olan göçmenliğini anlatıyor. Kimimiz Rus Harbinden önce, kimimiz ise mübadele ve ondan sonra çeşitli nedenlerle yaşadığımız yerleri değiştirmişiz.

  Mehmet Serez’in son kitabı Tekirdağ ve Çevresinde Mübadele kitabı okunduğunda göçlerin hazin törenleri de anlaşılır. Benim yazıma konu olan “göçmen kızı” yüreğiyle, sözüyle, coşkusuyla bir olan Nurcan Hanımdır. Nedim Beyin sevgili eşi, iki pırlantanın ( Nilay ile Miray’ın) anneleri, şehrimizin turizme nakış işleyen kişisi Nurcan Hanım…

  Siz, ona Göçmen Kızı dediğime bakmayın dedeleri çoktan göç etmişler Urumeli Diyarından. Nineler böyle derdi; Urumeli… Nurcan Hanım da böyle tekrarlıyor. Kültür dediğimiz güzel şey, yaratılan değerlerle, faydaya, güzele, kalıcılığa dönüşmekle doğuyor. Bizlerin birlikteliği de, uzun zamana dayanıyor.

 Nasıl ki evren hareket sayesinde o büyük enerjiyi, büyük gezegenleri döndürecek enerjiyi yaratıyorsa, insan da, hareket, iletişim, vefa, disiplin sayesinde inanılmaz dostluklar kuruyor. Göçmen Kızı ve değerli eşi Nedim Bey ile dostluğumuz, bir kültür faaliyetine dönüşmüş çay günlerimizde başladı.

 Çay Günü etkinliğimiz Zehra Hanım, Hüseyin Bey, Fethiye Hanım, Çiğdem Hanım beşlisiyle dokuz yıl önce gönüllü olarak ortaya çıktı. O gün, bugün her cumartesi çay günümüz zaman misafir katılımcılarımızla 8–10 kişiye ulaşıyor. Misafir olarak kimler gelmedi, katılmadı ki; Selçuk Bey ve saygıdeğer eşi; Nurcan Hanımın uçan melek kızı, Zehra Hanımın torunu, Çiğdem Hanımın torunu, kızım Doğa Irmak…

 Çay Günümüz Nedim Bey ve Göçmen Kızı Nurcan Hanımın katılımıyla ciddi bir değişim geçirdi. Yepyeni yerlerin hikâyeleri, şarkıların nağmeleri, öğrenime ve öğretiye susamışlığın coşkun pınar sesleri duyuldu, günler aylara, aylar yıllara dönüşürken.

 Gün geldi, Göçmen Kızı, yine göç zamanı dedi. İçimiz biraz buruldu elbet. Ama bu göçün bir nedeni ciddi bir anlamı var; çünkü Göçmen Kızının değerli evladı çocuk sahibi olacak ve bu çocuğu en iyi eğitecek olan kişi de yine bizim Göçmen Kızımız; Nurcan Hanım…

 Göçmen Kızı deyince tarihe, geçmiş ile geleceğe bağlanan o güzel şarkı da geliyor akla;

Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda
Elinde bir besili kuzu hem kucağında

 Göçler, beraberinde hüzünler, hikayeler, destanlar getirirler. Ve hiç bitmeyen suskunluklar, özlemler, şiirler üretirler. O yüzden, bu toprakların insanları duygu yüklüdür; insanlığı, insanı bakıştan, sesten, kokudan tanır. İşte biz bu yüzden, siyasettin, ticaretin, din ve ırkın dışında bir dostluğu, çay günü adı altıda ulaşılmaz gibi görünen o muhteşem insan sevgisine çevirdik.

 Birlikteliğin kileri faydaya dönük, mizaha, sanata, sevgiye dönük fıçılarla dolmaya başlayınca her derde deva, gülümsemeler çıkıyor ortaya. Zehra Hanım, güneyin Kıbrıs’ın esintilerini, portakal, limon çiçeği kokularını getiriyor her daim gülümsemesiyle. Hüseyin Bey ile Fethiye Hanım, Anadolu kültürünün Avrupa kültürüyle yoğrulmasının ebedi hamurunu pişiriyorlar hiç bıkmadan. Çiğdem Hanım Acıpayam – Denizli gelini olmanın uzak diyarından her an yanımızda olmanın bildik yüzüyle dolduruyor dostluk bardağını.

 Göçmen Kızı Nurcan Hanım ve beyefendi eşi Nedim Bey, harekete, değişime, tarihe, kul-köle olmanın yüksek erdemiyle bir mimarın eserini ağır ağır, çekici ve murçlarıyla, keskileriyle kazıması gibi kazıdılar bizlerin kalplerine.

 Göçmen Kızı Nurcan ve Nedim Bey, Bursa’ya, denizin ötesine göç etseler de, kurulmuş köprüler, bir şiir, beste ve bir şarkı gibi akacak dilden dile, kulaktan kulağa; kimi Nazım olacak, kimi Orhan Veli, Sait Faik, kimi ise Âşık Veysel;

Olmak istiyorsan dünyada mesut
Hakka halka yarayacak bir iş tut
Çalıştır oğlunu, kızını okut
İnsan olmak için okumak gerek…

 Ve Egenin öteki yakasından bir şair, bir yazar; Theo Angelopoulos haykırıyor göçmen küçük çocuğun diliyle;

Ey Selim! Ey Selim! Bize bu koca dünyayı şimdi kim anlatacak! Çocuğun gözyaşları, ateşin, temiz, saf alevlerine karışıyor…

 Nurcan Hanım, son buluşmanın son çay gününde (şimdilik) her çiçeğe, her hayvana, ağaca selamla, sevgiyle hoşça kal diyor. Bana dönüp; Ah Güven seni sürekli kullandığın bir sözünle hatırlayacağım; “Deyyus” Bu sözcük hoşuma gidiyor, senin dilinden… Sana çocukluk arkadaşım olarak bakıyorum “kızan” sen benim çocukluk arkadaşımsın, bundan böyle…

 Yine esiyor Egenin rüzgârı Balkanların üzerinden; akordeonun buruk sesi, şairin, yazarın, yönetmenin insanlığa adanmış sanatı; “ Bana Bir Gün Ver” diyor, sonsuzluğa adanmış bir gün…

 Göçmen Kızı ve Nedim Bey, şiir dizeleriyle, rüzgârın sesiyle; HOŞÇA KALIN!

 Güven Serin 










Hiç yorum yok: