21 Ocak 2015 Çarşamba

OLMAK YA DA OLMAMAK


Kamera; Güven   Antalya

OLMAK YA DA OLMAMAK

  Hamlet’in seslenişi devam etmek veya etmemekle ilgilidir. Ya varsın, ya da yoksundur… Psikeart Dergisi Ocak Şubat sayısında intihar konusunu işliyor. Tüm dünyada çok önemli bir insan-insanlık sorunu, tıbbın bile çözüm yolları konusunda yetersiz kaldığı tüm dünyada her yıl 20 milyon insanın intihar girişiminde bulunması, 1 milyon insanın yaşamlarının son bulması kendi irade seçimleri gibi görünüyor.

  Her ölümün ardından bir şeyler söylenir. Yaşı kaç olduğunun, ne iş yaptığının, yapamadığının, yetmezlik veya fazlalıklar içinde bulunup bulunmadığı irdelenir. Ölümün şekli intihar ise insanların başları eğik olduğu kadar söylemleri bir o kadar diktir. Bir el verilseydi, yeterince anlaşılsaydı…

 Hâlbuki beslediğimiz köpeğin bile karakteri vardır. Akıl ile deneyim ile donatılmış insanın da oldukça faklı iç dünyaları vardır. Bazıları o kadar ustadır ki, neşe sattığı halde, yaşamın panayırında eğleniyor görünürken bile ciddi bir dönüş yapıp yaşamını sonlandıra bilir.

  Art Psikiyatri Tedavi Araştırma Dergisinin kurucusu Prof. Dr. Emin Önder’in anlatımıyla;

“ Psikiyatri en genel tanımıyla, insan ruh hallerini, kırılma noktalarını anlama, bireyin ruhsal dokusunun sağlıklı gelişimini sağlama bilimidir. İnsana ilişkin ve ilişkilendiği ne varsa, bilimdir. Bu nedenlerle psikiyatrinin hayatı anlamak, anlatmak ve şahit olmak iddiasıyla sinema sanatıyla yolları mutlaka kesişecektir.”

  Kesişen bu yolları nasıl değerlendireceğiz? Dağınık insan aklı, uzaya saçılan yıldızlar kadar saçılmış bilgiyi, bilgisizliği, görgüyü, görgüsüzlüğü birbirinden ayırıp, ruhsal ve bedensel bütünlüğümüz için öncelikli faydaya dönüştürmek için neler yapmalıyız?

  Sanırım ilk önce kendimizi anlamaya çalışmalıyız. Kurtarıcının biz olduğumuzu, sağlıklı bedene sahip birisinin, sağlıklı düşünüp, çalışma imkânı olacağına defalarca tanıklık ettik. Uğraş içinde olan insanın çözüm yollarını veya çözümsüzlüğü en iyi bilen, o bilginin deneyimine şahitlik eden kendisini için imbiğinden geçecek her türlü bilgiyi süzmeye başlayan tarafta olduğunu biliriz.

  Arkadaşlarımla birlikte gittiğim film yerli yapımı komedi ağırlıklı, bir parça da dram taşıyordu. Fantastik tarafını da yok sayamayız. Filmin ismi, Bana Masal Anlatma. Oldukça güncel, konusu İstanbul’da geçiyor.

 Milyonlarca insanın göç ettiği bir şehirde sur içinde yaşayan insanların birbirine sokulmasını, bu sokulmanın muhtaçlıktan doğduğunu, çaresizlikle, yetmezlikle yaşayan insanların kendi mizah anlayışlarını kaba, gevşek, tutarsız sevgi ve saygı gösterilerine dönüştürdüklerini; her göç ile birlikte insanların ne kadar çok şeyi geride bıraktığını; insan alt yapısının öz iradesinin besinsiz kalınca, duyguların her daim kanayacağını da anlatıyor.

  Kitapları 50 dile çevrilen Alman yazar Zweig ve eşi Motte Altmann, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ülkelerinden ayrılmaları, ülke özlemiyle yaşamaları, insan zekasının en üst aşamada bile tercihini yaşamdan çok ölüme yönelteceğinin ayrı bir kanıtıdır. Zweig 60 yaşına gelmiştir. Yeni bir yaşam kurma konusunda ümitsizdir.

  Kendisini yalnız, yalıtılmış ve “ağırlık merkezi kaymış” olarak görür. 22 Şubat 1942 gecesi Zweig çalışma masasının başına geçer. Bir veda mektubu yazar. Oldukça özenle. İlk yazdığını beğenmez, çöpe atar.  Mektubunda, açık bir zihinle, kendi iradesiyle ve halen ayaktayken hayatına son vermeye karar verdiğini anlatır. Ütülü gömleğinin üzerine kravatını bağlar; en güzel elbisesini giymiş ve kendisine eşlik edecek eşi Altmann ile birlikte yüksek dozda barbiturat alarak yataklarına uzanırlar.

  Araştırmalar gösteriyor ki intihar girişiminde bulunup da başarısız olmuş kişilerin bir daha intihar etme eğilimleri fazla görünse de, yeniden intihara teşebbüs etmiyorlar.

  Ama niçin? Bu soruya insanların çok geniş, derin iç dünyalarının anladığımızda cevap da bulacağız…

  Voltaire bu konuda şu görüşü ortaya koyar; “ İlkel insan yaşama güçlükleri karşısında kendisini öldürmeyi düşünmez, bu düşünce uygarlaşan insanın duygululuğunun bir ürünüdür.”

 İntihar eden insanların tümünün ruhsal problemi olmadığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkıyor. Bu da bu konunun önemini, farklılığını, gizemini ortaya çıkartıyor. Söz konusu olan canlı insan; evrenin bir parçası; şu an bilinen en akıllı canlı…

  Camus’da bu konuda düşüncesini ortaya koyar; “ Hayat anlamsız olabilir, ama belki de yaşamaya değer. Evet, saçmanın kabulü kişiyi umut yanılsamasından kurtarır, fakat umuttan yoksunluk, umutsuzluk değildir.”

  Bir televizyon programında bir doktora katılımcılardan bir kadın şu soruyu sordu;
-         Efendim, bugünün ilişkileri niçin bu kadar çabuk bozuluyor?”

   Doktor, bilge bir duruluk içinde kendisinden bir örnekle yanıt verdi;

    Benim annem hiçbir şeyi atmazdı. Onu tamir eder tekrar kullanırdık. Şimdi, uygarlığın hızla değişim yaşadığı bu zamanda aynı tamiri ilişkiler de istiyor.

  Hızlı üretimin, hızlı yaşamların sevgiden, istikrardan yoksunluğu; mutsuzluğu da doğuruyor. Doygunluğu, boşluğu, korumasızlığı belki de cezalandırıyordur intiharı seçen insanlar; kim bilir…


   Güven Serin
 




  

Hiç yorum yok: