23 Ekim 2014 Perşembe

NEDEN KAFKA


Kafka Dergisi yayın hayatına yeni girdi. İki ayda bir...

Fotoğraf dergiden...


Kafka Dergisi Fotoğrafı


NEDEN KAFKA?

  İnsanın kendi özgünlüğünü bulması için Kafka demeyi, yerel basın tarihine armağan etmeyi borç bilirim. Çünkü Kafka da özgünlüğün peşinde, genç yaşta ölmesine rağmen yazın sanatına adanmış bir kalemin, neler yapabileceğinin en önemli kanıtlarından birisidir.

  Sanatçı içindeki enerjinin en büyüğünü eserlerine adarken, aynı zamanda ait olduğu toplumunu, toplumunu çevreleyen insanlığı da yok saymaz. Kafka, evrenin yıldızları kadar geniş olan insan iç dünyasını, sözcüklerle, kendi özgün sanatçı kişiliğiyle yeryüzüne çıkarmıştır.

  Bugünün dünyası büyük geçişler, gürültüler, değişimler yaşarken bile soluk almayı, yeşermeyi, çıkış yolları aramayı düşünüyor, görüyorsa Kafka gibi yazarlara, filozoflara borcumuz ve minnettarlığımız, o yüzdendir.

 Unutmayalım ki Kafka da bir insandı. Duyguları olan, zaafları, alt benliğine kazılmış olan, belki de tüm yaşamına yön veren, kilerini tam olarak temizleyememişti. Genç yaşında hastalıkla boğuşurken en yakın arkadaşına, tıpkı 2 bin yıl önce Latin Şair Vergilius’un dediği gibi kitaplarının yakılmasını istedi. En yakın arkadaşı Max Brod’a verilmişti bu görev. Max Brod, tüm insanlığa ait eserleri; Kafka’yı yakmadı…

  Bugünün gençliği, kendi folklorunu, tarihini, muhteşem insan zenginliğimizi anlamaya çalışırken, batı edebiyatını, Kafkayı da anlamaya gayret etmeli. İnsanlığın, toplumsal yürüyüşü, değişimi sadece savaşlarla kirlenmez. İnsanlık, ağır ağır çürür, kokar, cinnet geçirir ama öyle bir parfüm sıkılır, öyle bir tütsü yakılır ki, hiç kimse fark edemez… Bugün olduğu gibi; her taraf ölüm kokuyor…

  Kafka tam yüz yıl önce kapitalizme özgü yabancılaşmayı şu şekilde anlatıyor;

 “ Kapitalizm, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya giden bir bağımlılık sistemidir. Onda her şey basamaklandırılmış, demire vurulmuştur. Kapitalizm, dünyanın ve insan ruhunun bir halidir.”

  Kendi iç dünyasını sorgularken, kendi gizemlerinde, derinliklerinde gezinirken, yaşamı anlamayı, anlamlandırmayı hatırlatıyor. Yaşamın paha biçilmezliğinin yine insanın kendi özgün iradesiyle anlam kazanacağını, aldatan varsa, aldanan da vardır, düşüncesiyle insanın iç zenginliğini, korkusuzluğunu, gerektiği zaman bir tohum gibi büzülerek, uygun mevsimi beklemesi gerektiğini de hatırlatıyor…

  Belki de Rembrand ünlü tablosu ‘Savurgan Oğul’un Dönüşü” eserinde Kafka’nın anlatmak istediği şeyi, insanın kendi özgün seçimini yapmasını, yaşamın girdaplarından sıyrılıp, cimrilik ile savurganlık arasındaki o mucizevî ince çizgiye davet ediyor bizi…

 Sanata adanmış insanların ekonomiyle, bütçeyle, yaşamın gider ve gelirleriyle işi olmaz mantığına hiç katılmıyorum. Sanatçı, rüzgâra göre sörf yapabilir, iyi bir yelkenli kaptanı da olabilir. Sanatının, inanmış olduğu insan kalabilme seçimini yine sanatıyla çizer, boyar, şekillendirir, kayıt altına alır.

  Bu ülkenin yetiştirdiği, bu ülkenin girdapları, çelişkileriyle en iyi beslendiği sanatçılardan birisi de Aziz Nesin’dir. Mizahı, büyük düşüncesi buzdağının görünen yüzü gibidir. Cimriliği bilinir de, savurganlığa karşı en hakiki önlemi; giderlerini kontrol altında tutması, üreticiliği bir türlü irdelemez.

 Bu irdelemeyi kimler yapacak? Kafka’nın akıl jimnastiğine, Nesin’in uyanış çağrılarına kara mizahla seslenişine en büyük katkıyı tabi ki, Üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı, soylu Medya, Sivil Kuruluşlar yapması gerekir.

  Kafka, arkadaşı Max Brod’a yazdığı mektupta, insanın güçsüzlüğü üzerine değil, onun ahlaki kaynakları ve faydalı eylemleri üzerine duruyor;

  “ Kendisine, özgü bir şeyler taşıyan ve Dünyayı olduğu gibi almak gerekir” demek yerine, “ Dünya nasıl isterse öyle olsun ben, insanların arzusuna uyarak vazgeçemeyeceğim bir özgürlük sürdürdüm. Ne pahasına olursa olsun yazacağım.”

 Bir küçük çocuğun, iki büklüm yaşlı bir bedenin, çaresizliğini, güçsüzlüğünü, yanlışa giden seçimlerini anlarım! Anlamadığım şeş, kıyamet gibi yağan bilgi bombardımanlarından küçük kuyular, oluklar açarak su biriktirmeyip, susuzluğun çatlamış dudakları, kavrulmuş yüzleri, şiş gözleri, çığlık atanların sonsuz suçlamalarını; anlayamam…

  Güven Serin 







Hiç yorum yok: