27 Ocak 2014 Pazartesi

AVLANMA SANATI


Kamera; Güven Mozaik Müzesi-İstanbul 
Yüzlerce yıl öncesinin emek ve zanaat işçiliğine gidiyorsunuz;
görülmeye değer bir yer;zaman zaman insanı çeken bir şeyler
var...
AVLANMA SANATI

Günün güneşli olmasını değerlendiriyordu Karabatak Kuşu. Kıyıya gelmiş balık topluluğu ile ziyafet çekiyordu kendine. Her suya dalışında bir balık yakalıyor, her yakalayış sonrası başını suyun dışına çıkartıp beslenmesini gerçek bir mide törenine çeviriyor.

  Tabiatın sonsuz sunumları her canlıya beslenme imkânı veriyor. Küçük balıklar denizin içindeki daha küçük yiyeceklerle hayat buluyorken, Karabatak Kuşu ise onlarla yaşam tazeliyor. Hepsinin biricik amacı onlara verilen yaşam hakkını kendi yaşam ölçüleriyle devam ettirmek.

 Hiçbir hayvan anormal bir durum harici kendi yaşam alanı ve beslenme çizgisi dışına çıkmıyor. Hiçbir hayvan zalimce katliamları büyük bir susamışlık ve öfke içinde gerçekleştirmiyor; sadece birisi hariç; İNSAN…

 İnsanın insan olma yolculuğu milyonlarca yıl sürse bile içindeki o büyük geçmiş bir türlü yok olmuyor; doyumsuz mal-mülk edinimleri, sonsuza uzanan kıskançlık ve öfkeler; dilimlere ayrılmış dinler, diller ve ırklar… Hepsinin öyküsü en soylu olandan başlıyor. Ve hepsi kendi krallığını daha bir yüceltme peşinde…

 Tekirdağ Avrupa Kıt’asında Yunanistan ve Bulgaristan’ın dibinde olduğu halde, ayrılığı var oluş sebebi yapmış ülkelere bir yabancı gibi doğduk ve yaşıyoruz. Çocuklğum Meriç Nehrinin en deli aktığı zamanlarda, Balkanların soğuğunun zalim, masum ayırt etmeden canlıları titrettiği yaşamlarda geçti. Beyazlık, yolları kapatır; kar savaşları yapardık çocuk savaşçıları olarak. En büyük tutkumuz kazanmak üzerine; kartopularını ve acıyı hissettikçe daha bir tutkulu savaşçı olurduk; acının ne olduğunu göstermek adına…


 Ülkesini bile tanımayan insanların en bilmiş zamanlarında her şeyi bilirken, aslında hiçbir şeyi bilmediğimizin itirafları ile avlanıp duruyoruz.
 Boşluğun büyük dengesi, yer çekim kuvveti, bilimin en görkemli bilgileriyle anlatılırken bile heybesini doldurma, kasasını en gizli yerlere saklama telaşı içinde; biricik ve paha biçilmez yaşamlarımızı hiçliğe adanmış kurbanlar gibi yok etmenin perişanlığını yaşıyoruz; sanırsınız ki her kez halinden memnun;

 Sıkışınca çok şükür, övünme; askerlik anılarını ve aldanma, avlanma geçmişimizi; onurlu bir anı gibi anlatıp; pişmanlıklar, öfkeler, öçler ile harmanladığımız bir hayat…

  Çevremi insan saygısının en tarafsız bakışlarıyla tararken bile memnun, huzurlu ve dingin bir canlı özlemiyle yanıp tutuşuyorum. O kadar az ki bu tür insanlar. Böyle canlıları, böyle dingin bakışları yalnız hayvanlarda görebilirsiniz; avlanmayı, sevişmeyi, göçleri bir sanat, bir zanaat gösterisine çevirmiş hayvanlarda…

 Böyle durumlarda dinginliği resimde, heykelde, tiyatroda, sinemada, hikâyede, şiirde bulmuş insanlara bir adım daha yakın olmakta teselli arıyorum. İşte, şu an bu teselliyi bir şairin Robert Grawes’in dizelerinde arıyorum;

Ne ölen aşkımıza yas, ne uluyan fırtına
Karanlıklarda esen
Hüzün gülüşü, yalnız bir soluk kış manzarası
Çitleri kar örterken

  Güven Serin 
 

  


Hiç yorum yok: