21 Mayıs 2013 Salı

AHI GİTMEK VAHI KALMAK


Kamera; Güven   Ganoslar Dağı-Tekirdağ

Baharı duyumsayan bütün çiçekler,milyon kere milyon
tekrarlanan doğumu gerçekleştirirler. Bize göre
sessiz, sadece renk ve kokudan ibaret olsa da,
anlattıkları çok şey olmalı...

AHI GİTMEK VAHI KALMAK

  İlginçlikler, tezatlar üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Akıl, erdem, ahlak, merhamet, insanlık üzerine yazılan söylenen sözcüklerin, kitapların, vaazların haddi hesabı yok. Gelin görün ki, bu söylemlerin aldığı yol “bir arpa boyu” kadar.

  Dünyanın ilginçliği ve tezatlığı ülkemi de etkilediği ortadadır. Bir türlü kendi olamayan, hayranlık ile tutsaklığı karıştıran, kendi özü, kültürüyle ilimi, sanata, felsefeyi bir türlü harmanlaya-mayan ülkemin, ülke insanımın derdi hem var hem yok…

  Şöyle bir halk arasına karışsanız, tarafsız göz ve kulaklarla halkın içine süzülürseniz inleyenlerin, perişan olanların uçsuz bucaksız bir topluluğa dönüştüğünü görürsünüz. Ama bunları görecek göz, duyacak kulak lazım. O gözler ve o kulaklar şimdi çok meşgul. Onlar daha büyük işler yapmak, zaten ülke insanının kendi içinde var olan barışın tekrar yüceltmek adına gündem peşindeler.

 Yolda, caddede, çarşıda, herhangi bir yerde bir insanla karşı karşıya geldiğimizde ilk önce yüzüne bakarız. Ve o baktığım yüzlerde, neredeyse büyük çoğunluğunda zayıflayan yaşam sevincini; “Ahı gitmişliği vahı kalmışlığı” görüyorum.

  Bir gurup insan, özellikle ruhunda biraz sosyal demokratlık olanlar kendi varlıklarından öte ilahi bir düzenin kurallarını dinler gibi dinlerler onlara sessizce verilen emirleri. Ezilene, ağlayana, üzülene, kaybedene karşı daha duyarlıdırlar. Diğer grup insan ise, sessizliği, kabul edişi, ona verilen büyük kader kültürünü çoktan içselleştirmiş, bütün yok oluşları, kaybedişleri mazeretlere sığınmadan sineye çekerler. Diğer gurup insan ise hiçbir şeyi dert etmeyen, kendi aklının, kazancının, zenginliğinin her şeyin üstünde olduğuna inanmış ve her düzene ayak uyduran yüksek akıllı insanlardır.

 Velhasıl dostlarım bu ülkenin asıl hikâyesi bu üç gurup içinde genişler ve her an başka başka gündemlerin olaylarıyla taçlanır. Esas sorun hangi gurubun içinde olduğumuzdan çok insanca, hakça ve adaletin hepimiz için adil olduğu bir ülkenin içinde yol almaktır. Kalıcılık, sağlamlık bu şekilde sağlanır.

 Büyük insan topluluklarının büyük istekleri, ihtiyaçları vardır. Dünyanın güzelliğini insan ihtiyaçlarının akla, bilime, sanata uygunluğuyla karşılayamazsanız, sadece öteki dünyayı çağrıştıran olayları öne çıkartırsanız, iş çığırından çıkmaya başlar. Komşu ülkelerin durumu ortadadır. Sessiz kalan, sesini çıkartmayan, görevi sadece çocuk yapmak ve ölümlere ağlamak olan insanların büyük kıyımları, inanılmaz sömürüleri ortadadır. Üstelik kutsal topraklar olarak bildiğimizde bile insana uyan, merhameti, insanlığı ortaya çıkartan kutsal uygulamalar yoktur. Büyük bir adaletsizlik, kadının yok sayılarak neredeyse yerin yedi kat altına gizlenmesiyle süslenmiş, gizlenmiş tartışılmanın, ilerlemenin olmadığı sanki başka dünyanın, başka zamanların ülkeleri…

  Artık aynı tekrarları, aynı sözcükleri, aynı isyanları tekrarlamanın bir çözüm olmayacağını görüyorum. Bütün güzel sözler, bütün merhamet dileyişleri  bütün haksızlığa yalvarışlar denendi ve deneniyor. Ortaya çıkan şey, muhteşem bir dengesizlik… İyi bir hastanede tanıdığınız yoksa içeriye alınmanız mümkün değil. İyi bir tanıdığınız yoksa adalet içinde arayacağınız hak, zamanın içinde ihtiyar-laya bilir ve siz onun sonunu göremezsiniz.

 Gençler, genç ve taze insanlar hiçbir yerde yok. Okullara doldurulmuş insanların gelecek kaygıları, günü kurtarma telaşları, sanata da, siyasete de, ilime de uzak kalmalarına neden oluyor.

 Gençler bir an önce iş sahibi olma, para kazanıp dünyanın sunulan muhteşem teknolojileriyle, imkânlarıyla kendi dünyaları içinde varken yok olma peşinde. Yaşlılar ise, oyunun bin bir türlüsünü oynama, her konuda bir mazeret bulup yüksek gururlarıyla çalım satma peşinde…

 Hal böyle olunca, ahı gitmiş insanların yöneticisi olmak kolay oluyor. İyice zayıflamış bedenler düşünce yetisini çoktan kaybetmiş. Nasıl olsa onların yerine düşünen birileri var. Öncesi hiç önemli değil asıl bugündün gün olan. Demezler mi “anı yaşa!” diye. Derler…

 Ne dağıtılıyorsa, ne veriliyorsa al. Nasıl olsa bir yaprak gibi sallanan iç dünyamızın alınacak bir canı var, o can da bedava bulunduğuna göre ortada bir sorun yok. İyiyiz çok şükür… Böyle öğretildi. İyiyiz, Avrupa’nın, ABD’nin kölesiyiz çok şükür.

 Hâlbuki daha seksen yıl önce bir insan, Mustafa Kemal, bizi kölelikten, bizi kulluktan inanmışlık içinde kurtardı. Işığın yönünü gözlerimizin içine bakarak gösterdi. Gören göz, duyan kulak yok şimdi; bazıların işi çok, telaşı çok; bazılarının ahı gitmiş vahı kalmış…

 Güven Serin




Hiç yorum yok: