4 Ekim 2010 Pazartesi

YAŞAMA TUTUNMAK

Kamera; Güven     
Gazetede küçük bir bölüme çizilmiş karikatürü
Özgün'ün kalemi ile tekrar biraz daha büyük
ve kara kalem çalışması ile paylaşıyorum.
Acaba bizlerin tutunduğu yaşam;bu otlardan
daha sağlam bir yerdeki yaşamdır
diyebilir miyiz? Kim bilir kaçımızın
yaşamı,düşünmeyen, irdelemeyen,
merhameti bile bilmeyen hayvanların
soylu ağızlarında,midelerindedir...

Kamera, Yunus    5-6 Aralık 2009
Aziz Bey ile birlikte Ganosların zirvesinde
doğanın kuru görüken capcanlı bağrındaydık...
Doğanın her an süt vermeye hazır
göğüsleri,çocuk kokuyordu...
Masumiyet kokuyordu...

Kamera; Aziz Öğretmen
Gece çökünce Ganoslara, kamp ateşimiz yanmış,
kadehlerimiz insanlık ve doğa için bir kez
daha kalkmıştı.

Kamera; Güven Ganoslar Aralık 2009
Ruhumuzu ve bedenimizi sevgi dolu
ana gibi besleyen doğanın
tepeleri arasındaki küçük vadide
kurulmuş "kamp ateş" i grubu,
dinginliği,tek bir slogan ile
paylaşıyordu; SEVGİ
Sevgi,hiç kimseye ait değildir;
üretilmeye başlandı mı,bencilliğin
bekçileri,asalakları bir bir terk
etmeye başlarlar;sevginin ait
oduğu bedeni.

YAŞAMA TUTUNMAK



İnsan denen canlı bir tuhaf oluyor. Kimi için bonkörce sunulan hayatlar-sağlıklı yaşamlar anlamsız kabul edişlerle onurlandırılır. Kimileri içinse, hayat, gizemli lâbirentlerinde sürekli acı ve hüzün üretir. Ama yine de acı ve hüznü kıymet bilmişler, büyük bir nezaket içinde kabul edip onurlandırırlar kader denen seçenekleri.

Hayata küsmeyip, hayatın sunduklarını kendi bedeninde anlamlandıranlar hiçbir şaşmazlık içinde dokurlar; hüzünlü, acılı, renk ve seslerden oluşan eserlerini.

Şimdi, hiç acı çekmemiş, bedeni ile ruhu, hüzün ve özlemle yıkanmamış bir insan, gökyüzüne bakıp vicdanını sonsuzluğun ışıklarıyla güncellemediyse kalıcı eserler vermesi mümkün müdür? Değildir, hiç mümkün değildir!

Yaşamı tüccar mantığı ile bir verip, üç-dört almak kurnazlığı ile süslemeye çalışanlar hep yanıldılar. Orta halli bir iyiye ulaşmak hep mümkündür! Orta halli iyilerin kendince iyi saydıkları, alkışladıkları iyiler de vardır. Ama bütün bu iyilerin ve iyi olma yolunda olan adayların hep bir eksiği vardır tamam olmayan…

Aziz Öğretmen de hayatın yarısını iyi olmaktan, iyi olmaya çalışmaktan geçirmiş 30 yıllık eğitim-öğretim bayrağını umutla, heyecanla taşımış. Eşi Emine Hanım da öyle…

Aziz Öğretmen ile latife yapar; “tekke” dediğim yazlığında kim bilir kaç kış akşamı, gecesi saatleri birbirine eklemişizdir… Kimi dağlara tırmanmış, kimi vadilere inmişizdir… Bazen akan bir ırmağın peşine takılmış, bazen derin ve karanlık ormanların dolambaçlı yollarında gezinmişizdir… Kim bilir, kaç gün ve gece…

Aziz Öğretmen kimine göre zorlu ulaşılmaz bir adamdır. Dostlarına göre ise “özel” bir insan! … Ya öğrencilerine göre nasıl biridir, Aziz Öğretmen? Aziz Öğretmen artık emeklidir emekli olmasına ama bugün bir öğrencisine bir telefon açıp; “

Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ

bu şiiri okumaya başlasa, telefonun ucundaki büyümüş küçük öğrenci;

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollardan geçtiğim uzak
İklimlerden şarkılar getirdim sana.

A.Muhip Dranas’ın bu güzel şiiri Aziz Öğretmen ve öğrencileri tarafından bir şükran gibi bilinir ve yeri geldi mi söylenir…

İşte dostlar, insanın insanı tamamlaması böyle olur… Sanırsınız ki elinizdeki veya düşlerinizdeki lüks yaşamlar; her şeyin tamamlayıcısı olacak! Hiçbir zaman olmadı, olmayacak sevgili dostlarım. Eğer böyle olsaydı en güzel uygarlıklar çökmezdi. Ne dolu hazineler, ne korku salmış krallar, ne de yüksek kaleler çökmeyi durdurur dengeleyici zaman gelince.

Eğer güzellikler hayatın sonsuzluğuna uzanan bir yol olsaydı, hiçbir güzel makyaj yapmaz, aynalar ile hep barışık yaşardı.

Şimdi, benim de dostluk masamın bir ayağı eksik. Şiir, fıkra, müzik ve felsefe yolculuğumuzun yolcularından birisi olan Aziz Bey, bir süre benden sakladığı hastalığı öğrenmiş durumdayım. Çünkü hastalık, Aziz Bey’i hastaneye yatıracak kadar önemli hale gelmiş. Şimdi güzel Edirne şehrimin hastanesinde yatıyor Aziz Bey. Her gün telefonla şakalaşıyoruz, tebessüm ediyoruz, durumu kurtarma, içimizi hafifçe soğutma adına…

Henüz ameliyat günü ve yapılacak olan işlemler netlik kazanmamış. Şimdi hastanenin beyaz odasında kendi ile baş başa bir insan var. O insan hayatının yarısını öğrencileri ile geçirmiş. Öğrenmiş ve öğretmiş… Şimdi hâla yeni şeyler öğrenip öğretiyor.

Artık geleneksel hale gelmiş Pazar sabahı liman ile buluşma yalnızlığımda aradım Aziz Bey’i. Merhaba dedik. “Ben’den için limanı, gezdiğin dağları-tepeleri kokla” dedi. Ve biz koskoca adamlar, tebessüm ile şakalaşır, durum kurtarma telaşında bulunurken, yine ruhumuzun karları erimeye başlamıştı. Eriyen karlar, tehlikeli bir “çığ”a dönüşmeye gebeydi…

Görüşmek dilekleri ile telefonlarımız sustu. Büyük şairin dizelerindeki gibi “borazan gece yarısı çaldı. Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi ve sustu…”

Telefonlarımız da susmuştu, saat başı çalan borazan da susmuştu. Bir dakika geçmeden telefonum tekrar çaldı. Arayan Aziz Öğretmendi. Senin kalemin kâğıdın vardır Güven, yaz dedi;

Dünya geniş
Odam dar
Selimiye minarelerinde
Kuşlarla randevum var,
dedi ve telefonu kapattı.

Bu dörtlükte neler yoktu ki? Duygunun her rengi, kokusu, sesi vardı ölümlü dünyada daracık beyaz bir odaya hapsolmuş ölümlü insan adına… Aziz Öğretmenin dörtlüğü sindirilmemiş, kendi felsefem ile harmanlanırken Cumhuriyet Pazar ekinde misafir karikatürist, bir çizim, kendi sanat eseri oluşturmuştu.

Karikatür uçurumdan aşağı sarkmış bir adam ile uçurumun başında otlayan bir inek betimlemesi üzerine oturtulmuştu. Adam, uçurumun kenarındaki uzun otlara; ölmemek, yaşamak için sımsıkı tutunmuştu. Ve birazdan o otları yiyecek inek, otlara çok yakın bir yerde o da yaşamak için, süt vermek, yavrusunu beslemek için kendi mücadelesini veriyordu. İnek, ölmemek ve ona yüklenen görevi en iyi yapmak için ot yiyordu keyifli bir telaş içinde. Adam da ölümün terini atarak, korkunç ölümün uçurumun kenarındaki otlarda olduğunu anlayarak haykırmak istiyordu.

İşte dostlarım, tutunduğumuz yaşam böyle bir şey! Belki de uçurumun kenarında bulunan otlara, ağaç dallarına tununduk da öyle yaşıyoruz bilemeden. Birazdan o otları yiyecek ineğin gelip tutunduğumuz son otu da yemesini bilemeden bekleriz; bizi uçuruma iten, getiren nedenleri tarihe, felsefeye, sanata sığınmadan, irdelemeden öylesine ölümcül bir ter atarak bekler dururuz…

Şimdiye, bu ana sımsıkı olanca inatçılığımızla tutunmalı ve henüz uçurumdan aşağı sarkmadığımızı ümit ederek, yaşamın hüzün ve mutluluklarından insanca, insan gibi beslenmeli! Yaşamın bizim yaşamımız olduğunu bilerek, irdeleyerek…
Güven


















8 yorum:

Newbahar dedi ki...

Selam olsun size ve Aziz Öğretmen'e ve çok değerli eşine...

Tekrar tekrar okusam, sanki Aziz Öğretmenin o şiiri okuduğu öğrencisi ben olucam.
Sanki bozkırlara çadır kuran...
Sanki dünyayı yeniden keşve çıkan...

Selamlar

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler ediyorum. İçten ve samimi duygular ile Aziz Öğretmeni ve beni onurlandırdınız.

Duygular,öğretiler, insanı insan yapan güzel değerlerdir... İnsanlaşmış canlılar dünyevi keyfiyetleri hep sınrılı yaşarlar, ölümlü bedenlerin misafirliğini de nazikçe kabul ederler...

Saygılarımla sevgili dost...

Makbule Abalı dedi ki...

"Suçumuz İnsan Olmak", insanın kolay kolay bırakamayacağı harika bir roman adıydı; yazınız o eseri çağrıştırdı bana. Ölümlü dünyada ölümsüz eserler bırakan; insanın "insan" yanını tanıyıp-algılayarak yorumlayabilen dostlar hiç eksilmesin dünyamızdan.
"Yazmak...Yaşamak..." olsun.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Makbule Hanım. Yazmak,yaşamak,yaşamları irdelemek,yaşamından bir şeyler bıraka bilmek geriye...

"Suçumuz İnsan Olmak" Sanırım Oktay Akbal'ın güzel küçük eserinden söz ediyorsunuz! Belki de başka bir kitap! Ama ne olursa olsun ölümlü bedenlerin ölümsüz eserler bırakması olduça sıradışı gelir bana! Çünkü, büyük çoğunluk büyük yağma-kıskançlık üzerine kurulu devamlılık kurmak ister, yüce miraslarını bir kaç kişiye bırakırlar. Elbette en büyük miraslar bile kavga-gürültü ile paylaşılır. Çünkü içinde, insan, sevgi, bilim ve sanat yoktur...

Ama ölümsüz eser bırakmak isteyen öyle midir? Hayır! O eserini bir kişeye, kişilere adamamıştır. Tüm insanlığa,canlı hayatına adanmıştır, yine bildik insan eliyle, yazılan, yine bildik insan beyni ile düşünülen eserler...

mete dedi ki...

İyi akşamlar herkese!

Ben kendimi hatırladığım da bize yani Yağcı Köyü' ndeki evimize biri gelirdi, motorsikletli biri. Ben cok severdim onu bebektim belkide o zamanlar. Zaman zaman gelir evi neşeye boğardı,hep gelsin isterdim. Sordum kim olduğunu : Aziz Dayın dediler. Çok sevdim bu ismi adı gibi aziz.
Daha sonra Kemaller Köyü' ne biz gittik, Aziz Dayı' nın evine, onun sohbetlerini dinledim o minicik şuurumla.
Aradan yıllar geçmişti bir kaza haberi geldi, kaza geçirmişti dayım. Ziyaretlerine gittik, yine sohbetleri o zamanki gibi ulvi idi.
Emekli oldu dayım yine yaralandık muhabbetlerinden. Emekli olduğumda böyle olacağım bende böyle olacağım demiştim demiştim. İdealdi benim için.
Haberini yeni aldım .... rakımlı tepede. Dayıcığım bir an önce iyileşmen dileğiyle acil şifalar.
Ha bu arada insanlar narkoz aldıklarında çok uzak yerleri, şeyleri görebiliyorlarmış diye biliyom. Dayıcığım buradaki mücadelemi görmüşsündür sanırım, biraz bedeli oldu ama ben kazandım!
Yeğenine yakışır bir şekilde! Ateşoğullarına yakışır şekilde!

Acil şifalar! En kısa sürede arayacağım!

GÜVEN SERİN dedi ki...

Dayı ile yeğeni sessice dinledim. Gördüm ki sürekli bir arada olmak gerekmez sevgi ve saygının sağlam temelere oturtulmuş kişileri için!

Sevgi ve saygı en güzel küçük çocukken kazınır masum bedenlere. Ve bir daha öldüresiye zorlasan şartları kazınmışlığın sevgisi tüter farklı ocakların yüksek, ıssız diyarlarında...

Ve gün olur ki çevremizi saran gürültücü insan topluluğu bir anlam ifade etmez,üç-beş insandan başka! Ve bize dostlarımızı en güzel anlatan,bedenlerimizi en güzel sınayan acılar,özlemler ve uğurlama törenlerine yakın olduğumuz zamanlar; bir şeylerin değiştiğini,değişebileceğini anlar, kıtların yer değiştirdiği gibi ağır ama yüksek bir enerji ile patlamaya çalışan bedeninizi nezaket içinde yalvaran ruhunuz ile susturmaya çalışırsınız...

Bizim diyardan sizin diyara gerçekte ülkemizin her diyarına selam olsun...

Arzu Sarıyer dedi ki...

Aziz öğretmenime acil şifalar diliyorum.şiirlerle öğrencilerine ulaşacağı anlar için duacıyım.Gözlerimle göremesem de gönül gözümle selamlıyorum o güzel dost öğretmenime.Selamlar sevgili Güven

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok teşekkürler hocam. Gönülden gönüle akan saygının selamını hissediyordur Aziz Öğrtmen. İnanıyorum ben.

İnsan bolluğu içinde düşünüyorum da bazı insan çeşitleri ne kadar da az! Bu kadar insan çokluğunda renksizliğe,sessizliğe,şamataçılığıa sığınmış insan ne kadar çok da, sanata,felsefeye,ilime sığınmış insan; ne kadar azdır...

Saygılar sunarım eğitim ve öğretimin güzel ışıkları olan sizlere.