9 Ekim 2010 Cumartesi

GÖR ŞEYTANIN GÖRMEDİĞİNİ

Kamera; Güven  Beyazıt Külliyesi-Edirne
Bir hekim, belki de "gör" diyordur şeytanın bile
görmediğini... Bir filozof, 500 yıl önce görülenin
kültürleşemediği için bugünün aymazlığına
gelinmiş olduğunu anlatıyrdur; kim bilir?
Bu mekânada 500 yıl önce ilmi başköşeye
koyarak, şifa dağıtıyormuş hekimler...

GÖR ŞEYTANIN GÖRMEDİĞİNİ



 Bakmak ile görmek arasında dağlar kadar fark vardır. Bitki ve hayvanlar da bakmasını ve görmesini bilirler. Ama sadece onlara sunulan kabiliyetleri kadarıyla! Kartal iyi görür, iyi uçar. Yılan iyi göremez, ama iyi hisseder, iyi sürünür ve hızlıdır. Sonuçta ikisi de doğanın doğallığı içinde sağlıklı bir avcıdırlar. Bazen av da olurlar, işlerin ters gittiği bir zamanda…

İnsan öyle mi? İnsanın bakması ve görmesi için; göz, kulak, sezgiler verilmiş. Başka? Dokunuşlar, tatlar, hisler verilmiş hiçbir canlıya verilmeyen bonkörlükle. Düşünen beyin, düşleyen ve düşleri gerçekleştiren en başa oturan canlı haline getirmiştir insanı. İnsan, tüm canlıları avlayan, tüm canlıları emrine amade yapan hale gelmiştir. İnsanın en büyük avcısı, yine kendi cinsi olan diğer insandır.

Tarihin torbasını ne kadar karıştırırsanız karıştırın insanın yaptığı vahşetlerden daha kanlı, daha acımasız vahşete başka canlılar adına, doğa adına rastlayamazsınız! İşte, insan bu yüzden farklı, bu yüzden sürekli gündemin içinde duran bir canlıdır. Bölünüp, bölünüp çoğalır, çoğaldıkça bölünür… Bir taraftan şifa dağıdır bir taraftan hastalık üretir. Bir taraftan yüzlerce belge, telaş içinde barışı konuşur, barışı taçlandırır, diğer tarafta savaş davulları hiç susmayan bir azizlikle çalarlar…

Bir tarafta insanın ilkelliği, diğer tarafta uzaya açılan makineleri. Bir tarafta düşüncenin lanetli örtünmeleri, diğer tarafta ardı arkası gelmeyen teknolojik gelişmeler…

Bazen, şeytanın görmediğini de görmeli insan! Görmeli ve duymalı, sonra da anlamlandırıp anlamların kültürünü oluşturmalı! Acaba gözlerimizi dört açsak, şeytanın görmediğini görür ve anlar mıyız? Hiç sanmam; hiç…

Sanatçılar boşuna mı seslendi; “ aç gözünü daha vakit erken, gör şeytanın görmediğini, bir kulak ver de dinle sağır sultanın duyduğunu.” sanatçılar hep dediler, söylediler. Sanata sığınarak, sanatın ince nezaketine güvenerek söylediler… Söylenceler belki de sağır sultanın duyduğunu anlatmaktı yıllar öncesinden…

Yıllar birbiri üstüne bindi ve bizler kafamızı daha biraz gömdük kumların sıcak dokunuşlarına. Oyalayıcıydı kumların hassas okşayışları. Kimi için ekmek, kimi için uçak, kimi için fabrika anlamına geliyordu. Kimi, temiz vicdanını mutlu sona hazırlıyordu gömdüğü kumların derinlerinde.

Sanatçı, gör şeytanın da görmediği yeri demiş demesine de, başka birileri de demiş! Bir Amerikalı yazar, şimdi Türkiye’de yaşıyor. Türkiye vatandaşı olmuş; James (Cem) Ryon’da “gör” şeydanın bile görmediğini diyor! Bir garip oluyor iyi satranç bilen Amerikalılar. Kimi, yerin yedi kadına batırıp, yediye bölmek isterken bizi! Kimi ise, lütuf ediyor, enerjisini, emeğini harcıyor ve “gör” şeytanın bile görmediğini diyor!

Türk Vatandaşlığına geçen James Ryon; “ CIA’nın Türkiye Operasyonu sürüyor; hedef seçilen ülke veya ülkeler IMF’ye ve Dünya Bankası’na muhtaç hale getiriliyor. İnsanlar toplum içinde itibarsız hale getiriliyor.

Geçen yıl eşim ile Tayland’a gitmiştim. Bir taraftan bakıyorsunuz harika, bembeyaz gökdelenler, alış veriş merkezleri, öte taraftan üç kuruş paraya muhtaç olan BÜYÜK çoğunluk.

Türkiye de böyle oldu. Şok, program Türkiye’ye mükemmel şekilde uygulandı. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Bizim çocuklar başarılı oldu.”

Evet değerli halkım; onların çocukları başarılı oldu. Şimdi bizim çocuklarımız, eğitim-öğretim ve iş şeytan üçgeni arasında; beden ve ruhlarını ayaklar altına almadan ayakta kalmak istiyorlar!

 Atatürk Türkiye’sinde inandığımız tüm değerler, inanılmaz bir şekilde katledildi. Ahlak ve aileden söz edenlerin, yaşanan aile kıyametlerine kulak vermeyişi, göz süzüşü, gönül koyuşu zoruma gidiyor, içimi acıtıyor ama hakkın, halktan başka yoktur yardımcısı; halk “hak” arıyorsa eğer? …
Güven









Hiç yorum yok: