Kamera; Güven Ganoslar
Işığın imbikten,tarihin koridorlarından,baharat kokulu diyarlarda
geçip yeryüzünü şenlendirdiği yer...
SÜREKLİ TEHDİT HİSSİ İNSANLARI DELİRTİYOR
Gün geçmiyor ki bir
vahşet diğerini altüst etme cesareti göstermesin. Sanki vahşetler birbiriyle
rekabet içinde. Yer gök insan manzaralarıyla, hüzünlerle, kurtuluşa avuç açan
insanlarla doluyor. O kadar… Medyanın bizim aynamız olduğu ortada. İstediği
şeyi başköşeye oturtuyor. İstemediği şeyi hiçbir şekilde görmüyor. İnsanların
gözünün içine baka baka kan, vahşet, kaza haberleriyle uyuşan insanların tıbbı
açıdan tam olarak ne durumda olduğunu bilen hiç kimse yok…
Bildiğim bir şey
varsa; hastaneler ağzına kadar dolu. 2014 yılında ilaç rekoru kırıldı. Sağlık
çalışanları inanılmaz bir koşturmaca içinde. Çare aramaya giden insanlarımızın
çoğu, çaresiz, dermansız hastalıklara gebe olduğunu biliyor. Tesellisi nedir? Kader!
Nasıl bir kader bu? Uygar ülkelerin insanlarının kaza, vahşet haberleri,
insanların tepkileri, akademisyenlerin ve siyasetçilerin duruşları hiç görülmez
mi?
Yunanlı yönetmen
yıllarca didinip durdu; insanlığı sınırlar, dinler, kirli politikalarla nefessiz,
şifasız kaldıklarını anlattı durdu. O yüzden; ne İsa, ne de Musa’ya yarandı;
hiç yaşamamış gibi sessizce ayrıldı. Geride bıraktığı filmler; bir gün
insanlığın birikmiş, buza dönmüş gözyaşları, vicdan yasalarıyla didik didik
edilecek. Eşelenecek; film sahnelerinden, sanatta yapışan ruhların bıraktığı
ruhların yapı malzemelerinden tekrar sağlıklı, düşünen, sorgulayan insanlar
doğacak.
Theo Angelopoulos’un
yönettiği Leyleğin Geciken Adımı filmindeki sahnede geçiyor bu konuşma;
“ Sürekli tehdit hissi, insanları delirtiyor.”
Gerçek tüm
çıplaklığıyla gözler önünde. Ülkemin gerçekleri de, dünyanın gerçekleri de
öyle…
Durmadan ölüm,
öldürme üzerine oluşan gündemleri seyreden gençlerin vicdan, şefkat, yaşama
dair sağlıklı düşünceleri ne halde? Daha da robotlaşıp hislerinden
sıyrılıyorlar mı? Yoksa bu kadar korkunç olayların olduğu bu dünyada “ BİZİM
İŞİMİZ NE?” sorgulamasını yaparken, ağır ağır beyin hücrelerini kaybediyorlar
mı?
Brezilyalı şair
Thiago insan yasası şiirinde belki de sanatçı sezgileriyle bir şeyler anlatmak
istedi; buruk bir kargaşa teslimiyeti içinde yaşayan sıkışık insan
sellerine. Thaago, insan yasası şiirinde
şöyle sesleniyor;
Bu yasaya göre
Buyruk yoktur artık, yasak yoktur.
Her şeye izin verilmiştir.
Gergedanla bile oynayabilir insan
Ve ikindiüstü yürüyüş yapabilir
Elinde kocaman bir begonyayla…
İnsan yasaları
insanlığı yerin yedi kat altından gökyüzünün yetmiş yedi katına taşımak üzere.
Yıllardır uzayın derinliklerine uydular, uzay araçları yollanıyor. Yakın
zamanda insanlı uzun yolculuklar, uzayda insanların yaşam kolonileri
duyacağımız sıradan haberler olacak. Ama bütün bunlar olurken, insanlığın
geriye kalan kısmı; sınırlar içine; her türlü eskimiş, tükenmiş insan
yasalarına teslimiyet içinde, topluca çıldırırsa ne olacak?
100. Maymun ne zaman
ortaya çıkacak?
Yakın zaman önce batı
kökenli bir belgesel izledim. Yaşlı bir adama, sıhhatli bir gençten daha neşe,
bilgi, görgü içinde ülkemizi tanıtıyor. Özellikle İstanbul-Kapalıçarşı bölümü…
Seyrederken imrendim. Bizim ülkemizde mi bütün bu insanlar diye kendi kendimi
ayıplı bir utangaçlıkla sorguladım.
Kapalıçarşı esnafını
tanıtırken 1973 yılında ülkemize gelip yerleşmiş Amerikalı bayan esnafla da
röportaj yaptı. 42 yıl önce ülkemize
gezmek amaçlı gelmişler. Gelir gelmez; “ işte benim yaşayacağım yer burası; bu
ülke!” deyip burada esnaf olmaya karar vermiş. Gözlerinin içi gülüyor.
Yaşlı adam ona sordu;
“ Ne buldun burada?”
42 yıl önce yerleşen
artık ülkemizin değerli bir ferdi olan Amerikalı kadın içtenliğin yüceliğiyle,
insan hissiyatıyla cevapladı;
“ Burası büyük
uygarlıkların yaşadığı çok zengin bir memleket; sevdim burayı. Mutluyum.” Bütün
eksikliğe, kargaşalara rağmen, kendi doluluğu, birikimiyle; tarihe, felsefeye, folkloru,
sanata sarılarak; bizim tüketmekle meşgul olduğumuz bedenleri, ruhları ve
ülkemizi seven Amerikalıyı izlerken; sevginin, SEVMENİN ne büyük lütuf olduğunu
mahcubiyet içinde izledim.