İnternettten
İÇİN İÇİN YÜZLEŞME
Toplumu, aynı
zamanda toplumun bir parçası olan kendimi törpüledikçe, biraz, daha biraz
yakından irdeledikçe şaşırtıcı yanlarımız ortaya çıkıyor. Sosyolojinin,
psikolojinin, toplum bilimcilerin ilgilenmesi gereken yanlar.
Nedir bunlar?
Başkalarının çektiği
üzüntülere acı hissederken, neredeyse tüm dünyayı merhamet ile kucakladığımızı
sanırken aynı zamanda kendimizden daha da fazla hoşnut olmamız oldukça ilginç.
Hatta garip… Kendimizden oldukça emin bir insan olarak görünürken, herhangi bir
ustanın, yüksek kabiliyetin yanında ise acemi bir çırağa dönüşen, “ ben
anlamam” mantığına sımsıkı yapışan, vaziyeti idare eden büyük topluluklara
dönüştük.
Aynı irdelemeyi
Jules Renard da yapıyor;
“ İyi babalık
taslayarak çocuklarımı fazla sevdim, yüreğimin aileme karşı aldırışsızlığını
fazla gösterdim. Neyin ne olduğunu bilinmeyeceği bahanesiyle hiçbir şey
vermediğim yoksullara fazla acıdım.
Durmadan,
başkalarına seveceklerini düşündüğüm öğütler verdim. Kendim için değil,
başkaları için bir sürü şey sevdim. Kendimden fazla söz ettim, ah! Evet, çok
fazla! Pascal’dan, Montaigne’den, Shakespeare’den fazla söz ettim, oysa onları
yeterince okumadım.
Bana karşı
çıkılacağını anladığımda kendimi fazla karaladım, övülmek için fazla övdüm.
Yaşamımı kitaplarıma
fazla yansıttım. Kemirilmiş kemikten başka bir şey değilim.”
İnsan kendini
aramaya görsün; o süslü deriyi, gururu, eti, yağları öyle bir kazır ki; ortaya
Renard’ın dediği şey; KEMİRİLMİŞ BİR KEMİK KALIR…
Bu irdelemeyi,
gerçek yüzleşmeyi kaç kişi yapar; bilemiyorum. Yapmayanların çok olduğu bir
gerçek! Mazeretleri oldukça önemli; çünkü yaşamları onlara aktarılmış
yaşamların bir devamı. Değişimi sadece teknolojik olarak ve işlerine
Gazeteci Nurcan
Baysal İŞİD’in elinden kurtarılan kızlardan birisi olan İrvin ile çok önemli
bir gazetecilik olayı gerçekleştirdi. 18 yaşındaki genç kızın İŞİD tarafından
köle olarak satılması, diğer kızların içler acısı hali bir kez daha
yüzleşmeyen, yüzleşmek istemeyen bütün aydınlığın, namusun, onurun, erdemin
önüne serildi.
Üstelik İrvin’in
anlatmak istediği köle ticaretinin bir bölümü bizim ülkemizde gerçekleşiyor.
Hani sürekli doğruculuk, kahramanlık tasladığımız güzel ülkemizde…
İrvin, gazetece
Nurcan Baysal’a şu tarihi haykırışı yapıyor;
“ Beni bir mahkemeye
çıkartın. Hangi mahkeme olursa olsun konuşmak istiyorum. Anlatayım bize ne
kötülük yaptılar, anlatayım ki dünya utansın…”
Acaba Nurcan Baysal,
o genç kıza, onun beden ve ruhuna yüklenen derin yarıkların acılı yüzüne şunu
söyleye bildi mi? Utanmaz olan dünya insanı, İrvin bir insan, beş insan, yüz
insan eziyetiyle utanır mı? Daha 60 yıl önce öldürülen 50 milyon için
utanılmadığı gibi, daha nice genç kız, kadın, çocuk için utanılmayacak…
Bir başka yazar Olcay
Kasımoğlu Zagnos Dergisi’nde şu seslenişi yapıyor;
“ Tarafsız kalmalara ne demeli? Yüreğim konuşurken, ben
susamam; susarsam bir ölüden farkım ne?
Birbirine rest çeken,
sürekli güç gösterisiyle dünya gelişmelerini, teknolojik yükselişlerle,
ilkelliği tam olarak irdelemeyen gamsız, renksiz, tutarsız insanlar topluluğu
olmanın yüzleşmesini kim yapar ki? Zordur törpüyü nazik bedenlere sürmek;
oldukça zor…
Acılı baba kızı
Özgecan için dışa vurmuyor ağlama yaşlarını. Gizlemiş, adalet isteğiyle örtmüş;
ince haykıran, ağzından salya akanlar gibi yapmıyor; “katile de zulüm
edilmesin, onun cezasını adalet versin” diyor. Bu topraklar böyle şeyler de
üretiyor; vahşet ve evren kadar temiz adalet arayışları; dilekleri…
Bir insan feryadı;
YanıtlaSil“ Beni bir mahkemeye çıkartın. Hangi mahkeme olursa olsun konuşmak istiyorum. Anlatayım bize ne kötülük yaptılar, anlatayım ki dünya utansın…”
Utanır mı,utanmayı bilmeyenler ! Değişmeli bu zulüm, topyekun değişmeli.
Karanlık siyaset, toplumu duyarsızlaştırma ve sonsuz ihtiraslar, kibir ve iktidar hırsının yok ettiği sanat, yalakalık, dalkavukluk kültürüne teslim olan siyaset, siyasete kurban verilen kadınlar ve sanat..
''Karşı durulması ve değiştirilmesi için mücadele edilmesi gereken asıl olgu, paradoksal cinsellik kurgusundan, sınırlı-sorumlu devrim algısına kadar, topyekun çarpık oluşturulmuş bütün bir "yaşama teorisidir".
Namusun ”kadına özgü olduğu anlayışını” erkeğe empoze eden sistem, bütün ilkel öğretilerin yıkılıp, tüm yaşam algısının yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Farkındalık ve toplumsal eylem planını hedefine koymayan herkes bu yaşananlara seyirci ve ortağıdır.
İnsan olmak, sadece insan bedenine sahip olmakla olmuyor.
Bedenlerimizin bir hayvanınkinden hiçbir farkı yok, öyle ki DNA'larımız doğadaki en ilkel canlılarınkiyle neredeyse birebir aynı.
İnsan olmak kavramsal bir olgu. Kendimizi hayvanlardan üstün görüyoruz oysa iş sevgiye geldiğinde bizden çok daha insanlar kavramsal olarak... Çünkü birbirlerini ihtiyaç duydukları şekilde sevebilme yeteneğine sahipler.
Karanlığımızla, zaaflarımızla ve zavallılığımızla önce kendimizden başlamak üzere yaşamla ve kendimizle yüzleşmeliyiz. Evet sevgili dostum, duvar olmakla, seyirci olmakla bu iş olmuyor.
Yaşamak ve yaşatmak ince bir iştir. Sevgilerimle...
Olcay Kasımoğlu
YanıtlaSilTeknolojinin zirve yaptığı bu zamanda,iletişimin hücrelerimize nüfus ettiği anlarda bile görmemek,duymamak insan olmak için uğraşan insanın anlayacağı bir şey değil... Elbet nice tesellimiz var yarınlar,büyük evrensel dengeler adına... Ama niçin, bu zamanda, insan kendi kızı, oğlu,kendi soylu bedeni için istediği güzellikleri, huzuru diğer insanlar içini istemesin... Halbuki dengelerin bozulması doymak bilmeyen insanın neslinin de tehlikesi demek. Paylaşım, namuslu adalet ister; namusu kadında aramak yerine,ticarette, sosyal hayatta, dinlerin dağıttığı buyruklarda,eğitimde, görgüde aramanın gereğine inanıyorum. Sevgili dost;üretkenliğine, duyarlılığına teşekkür ediyorum.