Sayfalar

23 Şubat 2015 Pazartesi

HARBİ BOKSÖR


Kamera; Güven   Pera Müzesi


HARBİ OLDUĞUM İÇİN

 Tekirdağ Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünün havuzunda yüzdükten sonra, sauna bölümünde karşılaştığım boksör sanki ringe çıkmışçasına saunanın içinde bir o yana, bir bu yana gidip geliyor. Uzun bir süre boks sporuyla uğraşmış olduğu hareketlerinden belli…

 Boksörümüz yetmiş yaşına gelmiş. Sporu sevdiği için birçok genç delikanlıya meydan okuyacak duruş içinde. İçine hapsettiği bütün birikimi; o küçük sauna odasında ortaya çıkartmak istiyor.

 Konuşmaya başlayınca onu konuşma fırsatı veren soruyu sorduğum için epey düşündüm. Sporun öneminden, bu işi yapmanın gereği olan bilgi-bilme görgülerinden tutun da boksörlerin dünyanın en akıllı adamları oluşuna kadar… Yine ondan öğrendiğim kadarıyla boksörler en akıllı adamlar oluyorken, güreşçiler de en akılsız olanlarıymış…

 Bizim boksör konuşmaya başladı bir kere susar mı? O da öyle yaptı; susmadı… Saunanın sıcak ortamı, yetmiş yılın birikimi bir de harbi olduğu için çok hakkının yendiğini savunduğu için neredeyse tüm zamanların acısını çıkartır gibi; ses tonu, duruşu, biçimi, gözlerinin büyüyüp küçülmesi her an, usta bir tiyatro sanatçısının değişimi içinde değişiyordu.

 Yıllarca Almanya’da bulunmuş boksörümüz oldukça sık; sola yükleniyor; sağ iktidarların çok şey yaptığını, onlara çok şey borçlu olduğumuzu neredeyse evrensel teraziyle tartmış gibi; en ince ayrıntıları biliyormuşçasına; onlara kalbi kırık olsa da hakkını helal ettiğini, oldukça sık tekrarladı.

 Ama en çok sığındığı sözcük “harbi” harbi oluşu yüzünden çok şey kaybetmiş. Bir de Özal dönemine, bu iktidar dönemine saygı duymayan, sevmeyen “kâfirdir” çıkışı var ki, saunada ben ve boksörden başka kimse olmayışı epey tedirgin olmama neden oldu. Yıllarca boksörlük yapmış; ben elimi kaldırana kadar birkaç can alıcı vuruşla çok rahat sauna huzuruna geçmeme neden olabilir; korkusu…

 Kâfir, kimdir diye sorsam; muhtemelen şaşıracak, belki de kızacak. Çünkü bir başka soruyla kâfirler dediği memleketlerden birisinde yıllarca çalışıp, yine onun söylemiyle bu ülkeye çuvalla para getirmiş… Ne yaman çelişki, demeyin sakın… Çünkü bu şekilde düşünen, bu yaman çelişkiyi neredeyse alışkanlık; hatta bir yaşam kültürü haline getirmiş milyonlarla iç içe yaşıyoruz…

 Saunadan gelince “harbi” sözcüğünün anlamına baktım. Birinci anlamı; Ateşli silahları temizlemekte kullanılan demir veya ağaç çubuk; ikinci anlamı ise; Doğru, hilesiz, mert Osmanlı ülkelerinde ticaretle uğraşan yabancı uyruklulara verilen ad. Üçüncü anlamı; Savaşla ilgili…

  Kullandığımız sözcüklerin nasıl doğduğunu bilmek ve gerçekte savunduğumuz şeyin ne kadarını içselleştirip kabul edip, ne kadarını yaşayıp yaşamadığımızı bilmek de öyle bir şey… Sadece slogana sahip söylemler ile kendimizi ortaya sürmek; sonra büyük hayal kırıklıklarıyla eriyip gitmek; en sağlıklı bedeni yerle bir etmez mi?  

 24 saat boyunca boksörümüzün yaşama, büyük boşluğa savurduğu yumrukları düşündüm. Ne çok insan aynı yumrukları sıkıp, aynı savuruşları yapıyor. Ve gerçek olan şey; boşluk, ne kadar büyük; milyonlarca, milyarlarca savuruşu içine çekip yok sayacak kadar…

  Harbi boksörün harbi söylemleri kulaklarımda çınlarken güne başladım. Soğuk ve taze bir gün… Yaşamın milyarlarca yaşanmış günü gibi; kış mevsimine yakışan bir gün… Üşüyen elimi cebime sokmanın, karnı tok olup da açlara üzülerek tokluğun kıymetini bilen bir beden içinde yürüyorum şehrimin Kolordu Caddesinde.

 Çoktan beri görmediğim yaşlı adamı gördüm. Kızı koluna girmiş. Berber dükkânından çıkıyorlardı. Eskiden de yaşayan ölü görünümündeydi. Mercedes binerdi inleyerek sarı, sapsarı yüzüyle. Meğer eski hali çok iyiymiş. Şimdi, hastalığının kemirmesi öyle hızlanmış ki artık bir iskelet gibi ayaklarını sürte sürte, kızının büyük yardımıyla belki de son bir kez berbere inip, yaşamın gereği olan tıraş olmak istemişti.

 O an, artık ölümle yaşam arasında bir yerde duran yaşlı adama bakan insanları gördüm. Pür dikkat kesilmişlerdi. Ne bir acıma, ne bir nefret; sadece bir küçümseme vardı yaşlı adamı kemiren hastalığı ve ona ait bedeni.

 “ Bak gördün mü, Mercedes’e binen de böyle oluyor. Zengin olsan ne çıkar! Sonu ölüm!” Bu tür söylemler artık sığ düşüncenin kalıbı haline gelmiştir. Kendi yokluğunu, yoksulluğunu veya arızasını gizlemenin bin çeşidinden sadece birkaçı…

 Ve o zaman, 24 saattir düşündüğüm harbi boksörün harbi seçeneğini daha iyi anladım. Asıl olan, kişiliğimize yüklediğimiz kavramlar, anlamlar, sıfatlar değil. Yaşamın en hakiki harbi gösterisi; doğum ile ölüm arasında var oluyor. En hakiki ve şaşmaz olan şey odur; doğumun çığlıkları, kendine has kokuları ve ölümün inlemeleri ve renksizliği…

 Güven Serin 
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder