Kamera; Güven Ganoslar
Doğada var olmak için yaşama arzusuna sımsıkı tutunmak
gerektiğini canlı olan herkes bilir.
Her güzelliğin dönüşümü ,yok oluşla sonlansa bile,
başka bir var oluş ve başkaları peşi sıra
geleceğini de biliriz.
Bilmediğimiz şey nedir o zaman? Bu kadar sıkışmışlık
ağır yük sahibi olmayı genlerimiz mi, evren mi istiyor?
Yoksa bir türlü peşimizi bırakmayan soylu egomuz mu?
KARA GÖZLÜ ÇOCUK
Daha henüz hava
kararmış. Kış gününün serin gecesi. Aynı yerde aynı kız çocuğu; kara gözlerine
düşmüş insan asaletiyle ona öğretileni, çocuk ruhuyla yoğurarak;
“ Abii bir liran var
mı? “
Tekirdağ'ın sembolü
haline gelmiş merdivenlerin yarısındayım. Kargaların akşam şamatası çoktan
başlamış. Göçmen kuşların birkaç ay konakladıkları yaşlı çam ıssızlılığa
gömülmüş. Tekirdağ'ın tenha gecesi bir kez daha döngünün içinde kaybolmaya
hazırlanıyor. Aynı yerde; genç annenin birkaç metre ötesinde duran kara gözlü
çingene çocuğu; çocuk seslenişinin en görkemlisini yapıyor…
Birkaç metre
gittikten sonra durdum. Bozukluk çantamı açtım. Yüreğimdeki en derin hislerle,
en karşılıksız, en içten, en koşulsuz halde o küçük ele bıraktım. Oysa parayı vermekten
öte o kara gözlü küçüğe ne kadar çok sarılmak istedim…
Genç anne çocuklar
birlikte teşekkür etti; kendi bildik dualarını tekrarladılar. Hiçbir dua,
hiçbir bakış o çocuk seslenişindeki merhamet, sanatsallık kadar değildir.
Sonra, sığınağıma uğradım.
Her gece; çayını, salebini, ıhlamurunu içtiğimiz neredeyse sahilin tek yeri;
Cafe D Marin’e. Nazım’ın 113. ölüm yıldönümü anısına paylaşılan makaleler,
sanatçının yazdığı piyesten diyalogları inceledim.
Sonya ile birlikte
ortaya çıkarttıkları piyesi Nazım Rusça yazmış Sonya da Çekçe’ye çevirmiş.
Oyunun bir bölümünde şöyle bir diyalog var;
HANOŞ (Kuba’ya) Ne yapıyorsun? Başkasının evini gözetlemek
olur mu? İnsanın ruhunu gizliden gözetlemek nasıl ayıpsa evinin içini
gözetlemek de öyle ayıptır.
KUBA; İhtiyar Çingene ölmeğe hazırlanıyor. Bak sen de. Ölümü
hiç kimse onlar gibi güler yüzle karşılamasını bilmez…
İHİTYAR ÇİNGENE: (Çalgıcı Başıya) Bu dünyada kimseye kötülük
etmedim, kimse bana öteki dünyada köpek yahut inek ol, diye lanet etmedi.
(Bu sırada çalgıcılar başlamışlardır oyun havalarına… Kızlar
da teker teker oyuna kalkarlar ve çok geçmeden cümbüş kıvamını bulur.)
Nazım yaşlı
çingenenin ölümünü sanata sığınarak yapmış. Bir ölümün güzel, eğlenceli ve
güler yüzlü olabileceğinin dikkatini çekmiş. Oysa ağır adam, ağır kadın olma
merakı yüzünden ölümü unutan bizlerin, ölüm korkusu, çevrimize bulaşmaya
başladıkça ne büyük travmalara dönüşür…
Acaba kim ne kadar
haklı; seçtiği yaşama dört elle sarılmakta! Yaşamın tınılarına, ritmine, her
anına; soğuğuna, sıcağına, muhtaçlığına, bolluğuna, kıtlığına tanıklık eden
çingene kadın mı, yoksa sürekli korkularla, kahramanlık hayalleriyle yer
değiştirmeye zorlanan ruhların bedenleri mi? En büyük kahraman; yaşamı en
sevda, en sevgi içinde; en eğlenceli, en güler yüzlü yaşayanlar olmasın sakın?
Hepimizin sarıldığı
küçük çocuklar olmuştur. Hatta bebekler… Onların kendilerine has kirlenmemiş
kokularının en demir kalbi bile nasıl ahşap ustasının mimari sıcaklığına
dönüştürdüğünü bilirsiniz. İşte o gecenin ıssızlığında, serin ayazında karşıma
çıkan kara gözlü çingene çocuğa da öyle sarılmak istedim; en kirlenmemiş, en
temiz ruhu olan küçük bir bebeğe sarılmak istediğimiz gibi…
Bir gün, “bu çocuklar
da bizim çocuğumuz efendim!” diye yazdığımda; burada el açan çocuklar için
göstermelik bir çalışma yapılmıştı. Sonra; sonrası, birkaç ay sonra bir
müfettiş görevlendirilmiş; benim şehrimde el açan, dilenen çocuk yoktur; sen
bunu ne amaçla yazdın-çizdin; nazik sorgulaması…
Sanırım, Bir Çingene
kadının güler yüzlü ölümü kadar, güler yüzlü ve samimi yönetmiyoruz kurumları, haneleri,
dostlukları; o yüzden, gülümsemeyi bilmeyen suratlar; ya sırıtmaya
çalışıyor; can çekişen balıklar gibi; kıvrım kıvrım kıvrılıyor; ya da bir kötü
kalpli cadının kahkahası gibi ürpertici bir ses yayılıyor ortalığa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder