Kamera; Güven Tekirdağ-Çingeneler
Ben onları öyle tanıdım. Hiçbir sıfatın diğer
insanları ezmek için,mutsuz etmek için kullanılması
gerektiğine inanmıyorum.
Kamera; Güven
ÇİNGENELER
Daha yakından bakınca,dana nice
güzellikler,farklıklar çıkıyor ortaya
Kamera; Güven
Kamera; Güven -Çingeneler
Kamera; Güven
EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARTANLAR
Hasan Efendi
Caddesinde eski bir bina yıkıldı. Neredeyse her gün bu yıkım çalışmasının
yanında geçtim. İş makinesinden önce içeride balyoz sallayan kişiler Roman genç
ve yaşlılardı. Hatta çocuklar ve kadınlar…
Onlar kendilerine
Roman denilmesini istediği için bu sıfatı kullanıyorum. Dışarıdan oldukça
eğlenceli bulunan, dışı bizi, içi onları ilgilendirir felsefesiyle onları
varken yok saymanın sadece belli zamanlarda anıp yüceltmenin hiçbir anlamının
olmadığına inanıyorum.
Seçim zamanı her siyasi parti gibi şu anki
Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat da Romanlarla ilgili sözler verdi.
Onlar için daha aydınlık, daha huzurlu, daha sağlıklı ortamlar hazırlamak;
ülkeyi temsil eden bütün kurumların görevi.
Yurttaşının bedensel
ve zihinsel sağlığını korumak devletin görevidir. Aynı yurttaş suç işleyince
nasıl mahkemelerin, hapishanelerin devreye giriyorsa; suç işlemeden, suça
karışmadan; hatta hiçbir suça özenme ortamı hazırlamadan yurttaşını kazanmanın
onlarca formülü vardır.
Hasan Efendi
Caddesinde bulunan binanın yıkımı günlerce sürdü. Balyoz sesleri diğer
sokaklardan diğerine yankılandı durdu. At arabalarıyla, küçük kamyonetlerle
gelen Roman gençler, çocuklar binanın yıkımından ayıkladıkları demirleri maden
bulmuşçasına bir bir ayıkladılar. Elleri yaralı. Yüzleri tozlu. Kirpikleri
yeterli beslenmeyişin cansızlığıyla yine de çoluk-çocuk; kadın-kızan hepsi
oradaydı. Yaşlısı, genci, erkeği, kadını, kızı, çocuğu…
Pazar sabahı
yanlarından geçerken yıkımın sonuna geldiklerini gördüm. Belki birkaç günlük
işleri kalmıştı. İnen her balyoz birkaç kilo demir umuduyla toz ile sesin
senfonisini oluşturuyor.
Yaptıkları iş oldukça
tehlikeli; zaten tehlikenin en küçük izleri; kanayan, yarılmış el ve
bedenlerinden belli. Ama asıl tehlike iş makinesi çalışırken neredeyse ölüm
veya yaralanmayla burun buruna geliyorlar.
Bir gurup genç
delikanlı balyozuyla yıkımdan ortaya çıkan beton molozları kırarken, kadın,
çocuk ve yaşlılardan oluşan bir grup ise yaktıkları ateşin etrafında toplanmışlar;
yetmeyen güneşin erişemeyen ısılarını telefi için ısınıyorlardı. Ateşi daire
şeklinde çevirmişler. Dünyamızın, gezegenlerin, yıldızların; hatta evrenin
oluşturduğu gibi; dönme, yörüngeni oluşturma; yaşama katkı vermek adına en
güzel şey daire oluşturmak…
Selam verdim.
Selamımı neşe içinde aldılar. Sızlanmalarında bile neşe var… Biraz dertleşince,
onların yüzlerine, çocukların besinsizliklerine yakından bakınca kendi
kendimden ürktüm…
Kurumlarımızın
yeterli samimiyet içinde olmadıkları için ürktüm. Merkezinde insan varmış gibi
görünen kurumların şova yakın fotoğrafları, çalışmaları hiçbir zaman tam
anlamıyla Roman çocuklara, kadınlara uğramamış…
Benim samimiyetime
inanan Romanlardan sesler yükselmeye başladı. Yüzlerde çalışmanın onuru vardı.
Günlük 30–40 TL kazanmanın onuru…
Aynı şeyi, tüm
insanların istediği şeyi onlarda istiyor; İŞ… Hangi onurlu insan sadaka ve
acınma terazisinde yer almak ister. Her erdemli insan evine giderken markete
uğrayıp kendi kazancının parasıyla bir şeyler alma kıvancı yaşamak ister.
Küçük Roman çocuk
peşimden hiç ayrılmadı; “ Abi beni çek! Abi beni birde burada çek” diyerek sürekli ayaklarımın dibinde
dolaştı durdu. O küçük bir çocuk… Ama daha şimdiden büyümüş gibi; orası burası
yaralar içinde. Üzerinde bulanan kazağı kaldırınca vücudunun her tarafının
sedef hastalığı tarafından sarıldığını gördüm.
Romanlar için
hastalık, yoksulluk sıradan bir şey… Yanıma gelen genç delikanlılar Zafer ile
Gökay ; “ Ağabey, nereye gitsek iş bulamıyoruz. Tuğla fabrikasında yıllarca çalıştık
sigortamız ödenmedi. Tekstilde iş buldum, oturduğum mahalleyi söyleyince işten
çıkartıldım.“
Orta yaşlı Roman Adam
en güzel haykırışı yaptı; “ Bizleri dışarıdan neşeli buluyorlar. Ne güzel
oynuyoruz diye seyrediyorlar. Hâlbuki içimiz öyle mi? Oynamayalım da ne
yapalım? Kafayı mı yiyelim?”
Bu oyun daha ne kadar
devam edecek dostlar; merkezde insanın olmadığı; Roman deyince sadece “şüphe”
akla gelmesi; ama bir taraftan şafak vakti kâğıt toplamaya çıkan Roman
kadınları, erkekleri bilmeyişimiz, görmeyişimiz… Bir inşaat yıkımında, oradan
çıkacak demirlerden birkaç yüz lira para kazanmak için hiçbirimizin
kaldıramayacağı balyozu kaldıran, çift camlı pencerelerimizin ardında uyuyan
insanlar; yani bizler daha ne kadar körlük ve sağırlık rolü içinde sanata
dönüşmemiş heykeller gibi gezinmeye devam edeceğiz;
Sorarım, DAHA NE KADAR?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder