Kamera; Güven Papatyalar...
Her daim,şaşmaz bir güzellik, beceri içinde açarlar;
vakit,para sorun değildir onlar için..
VAKTİN OLACAK PARAN OLACAK
Eğer düşünceye,
mizaha, yaşamın kalp atışlarına önem veriyor, önemin ortaya çıkarttığı
değerleri kaleminize taşıma niyetindeyseniz laman çay bahçeleri tam yeridir.
Her türden insanın uğrak yeri; bağıra bağıra konuşan balıkçıların sesleri de
çınlar içinizde; sessizliğe gömülmüş insanların demlenme töreni de…
Yağmur varla yok
arasında yerleri ıslatmış etrafa oldukça temiz bir hava yayılmıştı. Her daim
limanın konukları vardır; birkaç balıkçı, oraya alışmış birkaç şehir sakini ve
yoldan geçerken uğramış yabancı bir liman sevdalısı…
Şeftali ağacı,
iğdeler ile birlikte makyajsız haline bürünmüş; kış günlerinin geçişini en
ekonomik olarak yapıyorlar. Üstü kapalı, önü açık olan yere oturdum. Az ötemde
yüksek sesle konuşan iki adam; orta yaşın biraz üzerindeler. Yapılarına
bakılırsa, ikisi de oldukça midelerine düşkün, rahatlarının keyfini süren
insanlar…
Birisi anlatıyor,
birisi dinliyordu. Anlatan duruma hâkim; neredeyse soluk almadan nutuk çeken
bir siyasetçi heyecanı içinde; hazır seyirci yakalanmış; her türlü bilgi,
görgü, beceri konmalı ortaya.
Anlatıcının üzerine
durduğu, belki beş on kez tekrarladığı söz; “ vaktin olacak” , “paran olacak”
sözüydü. Konu ise, İstanbul’da yaşam; yaşamak üzerineydi. Öyle sesleniyordu,
vakitten söz eden adam;
“ İstanbul’da yaşamak
için vaktin, paran olacak!” Belli ki İstanbul’u irdelemiş, incelemiş, tahlil
etmiş; iyi bir kimyager, fizikçi, sosyal bilimci gibi; son sözü yüce
kürsüsünden kül yutmuş halkına sesleniyordu.
Ardından ise yakın
bir zaman önce İstanbul’da kaldığı akrabasında yaşadığı bir günü anlatıyor;
“ Bizimkiler
uyanmadan erkenden uyandım. Biraz yürüyerek Kadıköy iskelesine indim. Oradan
vapurla Eminönü’ne geldim. Bir güzel boğaz turu yaptım. Eminönü’nden kalkan
vapurlara 12 TL verdim. Gün, oldukça güzeldi. Boğaz da öyle… Öyle bir iyi geldi
ki… Sonra, biraz orada, biraz burada oyalandım; işte gün sona erdi.”
Sürekli, vaktin
olacak, paran olacak diye karşı tarafı, vakitsizliğe, parasızlığa boğmakla
meşgul alan adam; aynı zamanda vakti de, parayı da yaratarak ne kadar güzel bir
gün geçirdiğini; allandıra, pullandıra; hatta ballandırarak anlatı durdu.
Eğer sıra bana
gelseydi, beni fark edip bana mikrofonu uzatsaydılar ben de şunu söylemek
isterdim;
Ağabeyciğim, vaktin
de olmuş, paran da; senin yaşadığın yaşam değil mi? Sonra, vaktin, paranın kime
göre ve ne şekilde kullanılacağı; hangi ölçülere göre değerlendirilecek?
Bazıları için bir meyhanede sabaha kadar içmek vakit ve paranın keyfini sürmek
demekse, bazıları için evde kendi elleriyle hazırladığı bir ekmek arası
sandviçi yiyerek boğazın kenarında yürümek, vaktin, paranın en iyisi…
Görünen o ki, çıkış
yolu aramak yerine, slogan haline getirdiğimiz söylemler, deyimleri yol açmak
için değil, yol kapamak için kullanıyoruz. Ve bazen bunun farkına bile
varmıyoruz… İnsan denen canlının yüksek enerjisinin iyi kullanılmazsa nasıl da
güçten, takatten, dermandan kesildiğini anlamak için; lütfen etrafınıza bakın!
Yağı çekilmiş insanların donuk, biçere yüzleri… Yağlanmış, semirmiş insanların
adım atmaktaki yetmezlikleri… En ufak tempo da oflamalar, püflemeler…
Bir söz, dağarcığımı
delip ufka doğru atılmak istiyor; “ Tüm ufku silecek süngeri kim tutuşturdu
elimize”
Sanki vaktim yok,
param yok, dermanım yok diyerek, vakitleri çalan, paraları tüketen, dermanları
çürüten insanlara bir iksir gibi söylenecek bir laf…
Güven serin