Pera Müzesi -2008
Çingeneler isimli sergiden
KÖYLÜ RAMAZAN
Bir Tekirdağ günü
daha geceye akıyordu. Şehrin ışıkları bir bir yanıyor, insanlar zaman ötesine
geçiş töreni gibi sessizliğe doğru kayıyordu. Doğa Irmak ile birlikte AVM’ye
kitap, dergi deryasının olduğu yere uzandık.
AVM’nin yeri, çevresi
mühendislik, mimari dramı yaşatırken, büyük binanın lüks, gösterişli mimarisi
İda Dağının zirvesinde oturan Zeus kadar heybetli ve gururluydu. Truva’da
savaşın oluşu gibi büyük, gösterişli binanın ardında, eğri büğrü, badanasız
kaçak yapıların içinde kentli olmaya ant içmiş, ama bu andı bir türlü
içselleştirememiş insanlar…
Piyasa koşullarında,
şehrin trafiği, sosyal hayatı, yeşili, parkı, küçük esnafı, orta hallisi
düşünülerek her türlü gelişmenin yeri olmalıdır elbet. Hiçbir kurala bağlı
olmadan, her türlü var oluş gerçeğini yerle bir edecek yenilikler; her daim
verdiğinden daha fazlasını alacaktır; gösterişli, görkemli binalar; kerpiç
evlerin, sazdan, çalıdan oluşan bahçe duvarlarının özlemini hep
tetikleyecektir; çünkü toprağa, yeşile yakın olan o yerlerde; insan nefesleri,
sevgi iletişimleri, kahkahaları vardır…
Gösterişli binadan
elimdeki kitap, dergi yüküyle çıktığımda her daim yaşamın içinde olan çingene
çocuklar bu seferde bir başka piyasa gerçeğiyle mendil uzatıyorlar. Başım ile
istemem deyince o şirin yüzlü çocuk “buyur amca” diyen afacan beni müşteri
olarak görme esnaflığını kaybeder kaybetmez az ötede bekleyen arkadaşlarına
doğru giderken; “ Köylü Ramazan almadı!” dedi.
Köylü Ramazan bana
verilen yeni isimdi. Bir çocuğun o anlık, spontane, özgün, kendi görgü,
evrensel tınılarıyla haykırdığı sesleniş… Köylü Ramazan benzetmesi başımdaki
kasketten dolayı… Son yıllarda, rüzgara, soğuğa karşı takmış olduğum iyi bir
koruyucu olan kasketim köylülükle eş anlama geliyordu kendi oyununu oynayan,
gün sonu harçlığı peşinde koşan çingene çocuk için.
Bu seslenişi Köylü
Ramazan ismini Doğa’ya da söyledim. Sanırım o da gülümsedi benim gibi.
Yürüdükçe çocuğun anlık seslenişi Köylü Ramazan ismi eğlenceli bir öğretiye
dönüştü. Akşam harçlığını kazanmaya çalışan, yaşamı bilinen baskılardan,
yasalardan kurtarmış, her dakika serüven, her dakika heyecan, coşku duyan çocuk
köylerin, köylülerin öldüğünü, öldürüldüğünü bilmiyordu. Kasketin de sadece
köylüye, kasabalıya, kentliye ait bir şey olmayacağını…
Pazarda, çarşıda birçok yerde “köy tereyağı” ,
“köy yumurtası” , “köy ekşimiği” , “köy ekmeği” adı altında, köylülüğün
organik, natürel hali piyasa ekonomisi altıda, piyasa ahlakının sorgulanması
gereken hokkabazlıklarla yapılıyor.
Yeniköy’de, Mermer Köyü’nde,
Uçmakdere’de üzüm, tütün yetişmiyor artık. Arılar bal yapmıyor. Keçiler
sağılmıyor. İpek böcekleri dut yaprağı yemiyor. Üstelik oranın ilk sahipleri
Rumlar da çoktan göç ettirildi. Taş yapılar zamana meydan okusa da, damları
yenik düşüyor, insansızlığın kudretsizliğine…
Köylerin ilkokulları,
sağlık ocakları bir bir kapandı, kapatıldı. Onları insanlar insana dair anlama,
sevdaya dönüştürüyordu. Herkes kentli olacak, herkes okuyacak, herkes daha iyi
yaşayacak; sloganı muhteşem bir virüs gibi yayıldı. Yüz yılda, bin yılda, on
bin yılda oluşan kültürler; apartman sevdasına, eğri büğrü yaşam deryasına aktı
gitti… Bir doğal akış gibi görünse de, siyasetin ahlakının yanında,
siyasetçinin bilgi deryasının, geniş ufkunun yetmezliği, yetersizliğinin de ortaya
çıktığı kırk yıllık serüven; renkli insan kültürleri, folkloru, organikliği
yerle bir edildi…
Çingene çocuğun
mendil, ticaret sevdasına istinaden Köylü Ramazan oluşum, belki de köy
tere yağına, köy yumurtasına, köy ev sahipliğine, köy sofrasına açlığın evrensel
çağrısıdır da. Çocukları, onların seslenişlerini önemsemeli! Onların
çizimlerini, dokunuşlarını; henüz ölmemiş doğal tohumlarını, gözlerinin içine,
ağızlarından çıkacak anlık söylemlere cidden; sımsıkı yapışarak; neleri
kaybettiğimizin hikâyesi yazılmalı…
Şimdilerde bir köy furyası var büyük şehirlerde..bir ayağım köyde olduğu için biliyorum bazı arkadaşlarım doğanın dinginliğinde ruhlarını tazelerken ben burada 2 günden fazla kalamam diyende oluyor şehrin lüks diye nitelediğimiz insanı aslında yoran kargaşasını kalabalığını yaşamak isteyende çıkıyor bence artık hiç bir şey organik değil doğayı okadar çok kirlettik ki istediğiniz kadar doğal gübre kullanın su ile yağmurla maalesef kimyasallar toprağımıza karışıyor...geçenlerde tavuk besleyen bir arkadaşımız anlatmıştı tavukların yemine sarı tekstil boyası koyuyorlarmış yumurtaların sarısı koyu olsun diye sonrada köy yumurtası diye satıyorlar...sahi ben başka şeyler yazacaktım nerden nereye konuyu atlattım sevgi ve dostlukla...
YanıtlaSil
YanıtlaSilEvrenin her halini insanda görmek mümkün. Büyük zıplamalar,istikrarlı yörüngeler;muhteşem patlamalar; yok oldu,tuz buz gibi görünen minik parçacıklar;yepyeni gezegenler;büyük kaynamalar, dondurucu soğuklar; ama illa yaşam dolu gezegen;her güneşin yörüngesinde biricik şey;yaşamın mucizevi döngüsü...İnsanlık yeniliklere hep aç;bir taraftan direnenler bile gizli gizli yeniliğin muhteşem sunumlarına akarlar. Her yenilik,her getiri neleri götürür; esas mesele budur; insanın düşünce,akıl yürütme,geçmiş ile gelecek arasındaki o muhteşem zamana bir şeyler anlatması gerekir; uyumlu, barışık,sevgi dolu bir şeyler... Teşekkür ederim Bilge Hanım;sohbetiniz komşuluk tadında; insanlığın koşturmaktan unuttuğu komşuluklardan; saygılarımla..