Kamera; Güven Bergama
Borcumuz olan diyarlar; ama "borcumuz" yok-muşçasına
yok saydığımız yerler;hep aynı mantık "bir şey olmaz"
BORCUMUZ NE KADAR
Berber İsmail’in
dükkânındayım; sanki dünyevi hiçbir yük üzerine binmemiş İsmail; esnaf olmaktan
öte, insanca gülümsemesiyle “hoş geldin” dedi. Seslenişinde samimiyet,
yalınlık, organik olan bir şeyler var; bizim, uygarlaşırken geride bıraktığımız,
çok değerli bir şey…
Benden beş dakika
sonra dükkâna bir genç geldi. Selam verir vermez; “ jöleden, çok az
kullanabilir miyim” ricasında bulundu. İsmail bu; söz konusu esnaflık sa,
elbette bir saniye dahi duraklamadan; “ tabi buyurun” diyerek, neredeyse
dükkânı, içeri gelen yabancıya teslim etti.
Genç adam, çok az
dediğim jöleden bonkörce süründü. Yetmezmiş gibi orada bulunan saç
şekillendirmeye yardımcı olan sıvılardan da sıkındı. Yani, dükkân onundu.
İsmail’in sesinde bu ayrıcalığı görmüştü.
Genç adam,
saçlarıyla epey oynadıktan sonra, gitmesi gerektiğine, belki de yeterince
etkileyici göründüğüne ikna oldu ki, ayrılırken, ayaklarının taşıdığı beden
neredeyse kapının dışına çıkmışken berber İsmail’e seslendi; “ Borcumuz!”
İsmail’den beklediği
cevabı çok iyi bilen gencin zaten borç ödeme niyeti olmadığı ortadaydı. İsmail
de onu yanıltmadı, “ ne borcu, güle güle kardeşim.” Diyerek, genç adamı,
gecenin içine salıverdi.
Bugüne kadar kim
bilir kaç kez kullanmışızdır bu kelimeyi; “ Borcumuz” Bu ülke insanının küçük
yardımlara muhtaçlığını, birbiriyle sosyalleşme, güven verme adına küçük
şeylerin ücretinin alınmayacağını da anlatır bu sesleniş. Aynı zamanda, almış
olduğumuz hizmete gönülsüz olduğumuzu da.
Çok şahit olmuşumdur;
esnafa aldığı hizmetten dolayı bir karşılık verecek insanın kararlı soruşunda,
çoğul değil tekil ve kararlı sesleniş vardır; “borcum ne kadar?” Hatta birçok
insan, bir miktar bozukluk parayı bırakın, esnafa hayırlı işler diler gider.
Sanki bütün sülalenin
borcu sorulur gibi “borcumuz” harika bir Nasrettin Hoca zekâsını da anlatıyor
olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum…
Bu ve buna benzer
seslenişlerimizden birisi de, mide telaşı içindeyken beklenmeyen birisinin
geldiği anda yaşanır. Tam da midenin şöleni yaşanıyordur oysa. Gelen insanın
gelmesiyle, ilk önlem alınır; “ karnın aç mı?” Bizim toplumun genetik
yapısındaki mahcubiyet, yeterli samimiyet olmaz ise boğazına girecek lokmanın
aşağıya inmeyecek oluşunu bilen, mide savaşçısı bu soruyla ilk önlemini alır.
Karşı tarafın, büyük çoğunlukla ne söyleyeceğini bilir; “ teşekkür ederim,
biraz önce yedim.”
Kişi biraz önce
yemese de, bu alışıldık, bu otomatik cevabı verir. Çünkü buyur edişte yeterli
samimiyet, güvence, gönüllülük yoktur. Hâlbuki genetik yapıya işlemişçesine
bizim insanımızın beklediği esas çağrı; “ Buyurun sofraya, Allah ne verdiyse,
hep beraber!” bu çağrı, her zaman güven vericidir. Gelen insanın karnı tok olsa
da bu çağrının hatırına, midede her zaman bıraktığı boşluğu doldurur.
Dostlar, sözüm
meclisten dışadır. Evrenin büyük genişlemesi, her an bir galaksinin doğuşu gibi
değişen dünyada, bir parça mizah, bir parça eşelenme yapmak istedim. Herkes
yaşamın içinde kendi yolunu, yolculuğunu yapıyor; yapacakta.
Görünen o ki, İsmail
gibi samimi esnaflar, sadece saç keserken değil, buyur ederken de mutlu
olacaklar. Birçok insanın, para kazanırken de, mide doldururken de, olamadığı
hiç huzur; belki de yaşamın kabul edişlerinde, yetinmelerinde; paylaşımlarında,
gönülden gülüşlerinde gizlidir…
Güven Serin
Bilmezmiyim o tipleri...uyanık olduklarını düşünerler güya..samimiyetsiz.içten olmayan bir daveti davet değilde def etmek olarak düşünenlerdenim .iinsanlar biraz empati yapsa..biraz saygılı ve hakkaniyetli davransalar ne kaybederler acaba...
YanıtlaSilBiraz empati kursalardı açlıkları toklukla yer değiştirir,kurnazlığın kazancını yaşarken, yaşamın vicdanına dokunmanın huzurunu yaşarlardı Bilge Hanım. Teşekkür ediyorum.Halbuki kurnazlığın kazanımı,altyapısız,köksüz;yıkımları da zavallıca..
YanıtlaSil