İNTERNET
İNTERNET
ÇIPLAK BACAKLI
KADINLARIN ÜLKESİ
Geçtiğimiz gün,
tanıdıkların tanıdıklarıyla günü, siyaseti konuştuk. Tanıdığımızın odasında on
kişi vardı. Farklı görüşleri, yaşam algıları olan on kişinin birbirine tahammül
edecek kadar tecrübesi ve vicdanı da vardı. Bu yüzden, uç konularda, siyasetin
yetersiz olduğu alanlarda bile yaşadığımız şehrin ortak ihtiyaçları adına
fikirlerimizle konuştuk.
Bir ara, konu dönüp dolaştı;
bu hükumetin daha önceden;”T.C”, “ Andımız”, “ Bayramlarımız” kutlama biçimleri,
bayramlara “hastalık” beyan ederek katılmamaları konu oldu. Laf lafı açtı,
orada bulunan arkadaşlardan birisi; “ 19 Mayıs törenlerinin kaldırmasını bende
destekliyorum! Ne öyle; kızlarımızın bacakları ortalıkta!”
Onun derdi,
neredeyse ülkemizin derdi sayılacak kadar ciddiydi. Orada bulunanların birçoğu
ona karşı çıktığını belli ederek, biraz da ileriye gittiler. Sonuç? Oradaki
arkadaş gibi düşünen milyonlarca insan var. Çünkü açıklığın, açılmanın, sadece
erkeğe özgü olduğunu öğrendik! Kadının yaptığı her şey; erkek yasalarıyla belirlenmiş;
üstelik yüzlerce yıl öteye dayanan bir sürü geleneğin katkılarını da unutmamak
gerekir.
Kadınımıza verilen
en yüce görev; “annelik” olmuş. Yücedir annelik, tıpkı babalık gibi. İnsana
özgü her şey yücedir aslında. İnsanın bu noktaya ulaşması, insan olarak ödüllendirilmesi,
evrimin büyük zorluklarından sağ salim çıkması; sanatsal bir yücelik değil de
nedir?
Orada bulunan on
kişi bir süre sonra dağıldı. Kavgasız gürültüsüz farklı görüşleri paylaşmış
olmanın hürriyeti içinde herkes kendi işine döndü. İnsanlar dağılsa bile benim
aklım; “kızlarımızın bacaklarında” kalmıştı. 19 Bayram Törenlerinde bacaklarını
sergileyen kızlarımızın sancısı, geride bıraktığı izler halen kapanmamıştı.
İnsanların giyiniş biçimlerini,
kendi özel dünyalarını, inançlarını her koşulda İNSAN HAKKI olarak görüyorum.
Her daim, benim, bizim yaptığımız doğrudur sözüne hiçbir zaman katılmadım.
Ninelerimiz de kendilerine özgü örtüler kullanırlardı. Olgun yaşa gelmiş her insanın,
kendi iradesiyle seçtiği yolun, diğer insanlara, canlılara zarar vermeyen her
aşamasına büyük saygı duyuyorum.
Bu sancının sözünü
edeceğim tarafı; içimizdeki örtünün sebebini bir parça anlamaya; anlamak
adınadır. Kızlarımızın bacaklarını düşündüğümüz, onların açıklığından, bize
düşecek namus onurlarından korktuğumuz kadar, ilime, sanata, felsefeye zaman
ayırsaydık ne olurdu?
Bugünün gelinen
noktasında uçağı icat eden ülkelerden birisi biz olurduk. Akıllı telefonu,
bilgisayarları! Başka ne olurdu? Altmışlı yıllarda Almanya'nın açtığı İŞ
KAPILARINA oluk oluk insanımız gitmez; tam tersi, çalışmak için 1930’lu
yıllarda Hitlerin korkusundan bize gelen bilim insanları, bu kez gönüllü gelirdi.
Almanya’ya giden her
insanımızın biricik amacı; daha iyi yaşam hakkıydı. O zamanlar o memleketler
onlar için; başka mana taşıyordu. Başka milletlerin, dinlerin, inançların,
eğlencelerin; bir de açık saçık giyinen kadınların memleketi. Yani; Çıplak
Bacaklarından korkmayan kadınlar yaşardı onların çalışmak amacıyla gittikleri
ülkelerde.
O ülkelere gideli
elli yıl oldu. Çoğunun torunları orayı tercih etti. Niçin? Bugün dahi fırsatını
yakalayan bir sürü insan; çocuğunu okutmak için; Çıplak Bacaklı Kadınların
ülkelerine yolluyor. Neden? Çıplak bacaklara düşkünlük yüzünden mi? Hayır!
Oranın eğitimine; ilmine, altyapısına, doğruluğuna, fırsatlarına, adaletine
güvendiği için…
Bunca telaşımız,
korkumuz, çabamız hep çıplaklığı örtmek için oldu. Gelinen zamanda; dünyada
ortaya çıkan iki yüz devletin içinde, yetişmiş insanların göç ettiği, ülkesini
terk ettiği yere dönüştük.
Ne korkularımızı, ne
de telaşımızı, çabalarımızı iyi yönete bildik. Köylerimiz bile elli yılda, kent
köylü oldular. Üremeden tüketmenin fırsatını yakaladılar. Üstelik kendi giyim
kuşan özgürlüklerini de yakaladılar. Ama bir şey var ki; giyim kuşan özgürlüğünden çok daha öte; adalet özgürlüğü. Bu zarar gördüyse, fırsatlar da,
iş, aş imkânları da zarar görmüştür…
21.yüzyılın ilk
çeyreği bitmek üzere. Bütün buluşları dünyanın belli başlı ülkeleri yapıyor.
Diğer ülkeler; hep müşteri. Çünkü tek dertleri sanılan, çıplaklık ve kadın dayatmalarımız;
düşünceye, üretmeye, adalete olan inancımız için aynı emekleri, telaşı
gösteremedi…
İsterseniz, küçük
bir halk araştırması yapın! Bir iş aramak için sadece kendime güveniyorum,
diyen kaç kişi vardır? Sadece kendime, kendi eğitime, yeteneğime güveniyorum!
Böyle insan bulamayacağımız kadar kıttır bizim diyarlar.
Geçmişte söylenen
bir söz vardı, “Dayın,amcan varsa!” Bu söz, bugünde söyleniyor; yarın da
söylenecek gibi görünüyor. Bir döneme damgasını vuran FETÖ, kaç insanımızın
yaşamını yerle bir etti. Kaç aile, onur, açlık tehlikesi içinde oradan oraya
savruldu…
Adaletin istikrarı,
çıplaklığa duyduğumuz istikrar kadar hiç olmadı. Bizi yönetenleri, çıplaklığa
verdiğimiz değer kadar hiçbir zaman anlamak, uyarmak, doğru insan seçme
telaşına kapılmadık.
Böyle gelmiş böyle
mi gitsin?
Güven Serin