Kamera; Güven Benim bayramım; dağlar,çiçekler,çalılar,
ağaçlar;elbette vazgeçilmez insanlık; en hakikisi,en adisi...
BAYRAMIN CANINA OKUDUM
Bir bayram daha
geldi-geçti; bilinen manada, küçüklerin sevinmesi, dargınların barışması ve
insanın kendi içinde sunacağı nezaket gösterileri adına…
Gerçek manada bu
bütünlük korunuyor mu; tama olarak korunduğu zamanlar oldu mu? Bilemiyorum,
insanın olduğu ve insan denen canlının bitmeyen öfkesi, kini, cehaleti yüzünden
şölenlerin tam manasıyla şölen olarak kutlanma olmayacağı bellidir.
Şüphesiz bayramlar
insanlık şölenidir. Her bölgenin geleneği, göreneği, özel katkıları bu şöleni
daha da güzel hale getirir. Şölenlerde insanı mutlu eden şeyler nelerdir?
Sadece iyi, temiz giyinme mi? Zaten, günümüzde iyi ve temiz giyinen insan
sayısı oldukça fazla; artık, yeni bir şey almak için bayramlar beklenmiyor.
Bayram tatlıları,
çikolataları, şekerleri de günlük hayata yeterince heyecan katmıyor. Çünkü
insanlar şekerlemelere gark olmuşa benziyor. Geriye kala kala dargınların
barışması, birbirini görmeyen akrabaların, arkadaşların, komşuların birbiriyle
hoş sohbetler etmesi kalıyor.
Sırf hoş sohbetler
adına bile, bayram buluşmalarına katılmak, kendi şifasını oluşturacaktır. Belki
de birçok şurupta, hapta, övgüde aradığımız şifa, insanın insana muhtaçlığını
hoşlukla, zarafetle bir araya geldiği buluşmalarda hep doğduğu gibi yine doğacaktır.
Ne hazindir ki,
dargınlar barışma eğilimini göstermedikleri gibi, hoşluğun sohbetleri de hızlı
akan nehirler gibi önüne kimi katıyorsa onu sürüklüyor. İnsanımızın hızla akan
teknolojiye kapılmış bedenleri bayram seyirlerini de çok hızla tükettiğimizin
gösterisine-gösterilerine tanıklık ettim. Ben de onlar gibi, başlayan bayramın
içine; bulanık ve oldukça hızlı akan, yaşamdan çok hüznü anlatan nehrin içine
girdim.
Eş, dost ve telefon
konuşmaları; zaten her zaman yaptığım güzel şeyleri tekrarladım. Kendi adıma,
yine her zaman aldığım tadı aldım; biliyorum ki, insan, ağzına kadar sanat,
bilim, felsefe, yiyecek, içecek, altın, gümüş ile beslensin, yine insana,
insanlığın alkışlarına, hoş gel dinlerine, merhabalarına ihtiyaç duyar;
duyacaktır…
Birkaç saat de
bayramın canına okudum. Görüştüğüm, ziyaret ettiğim eş, dostun haricinde
gidemediklerimle yapmış olduğum telefon konuşmaları; birkaç çocuğa küçük
harçlıklar, yine her gün giydiğim temiz kıyafetler ve barışık yaşam
felsefesiyle bayramın canına okudum. Aslında can çekişen geleneğin içine girip,
kendimce bir yudum can suyu döktüm…
Belediyeler,
Valilikler, odalar, dernekler; ölmüş, gri ve soluk bir bayram kutlama mesajlarını,
kısır kutlama gösterilerini bir kenara bırakıp, yepyeni şeyler icat etmeliler.
Belki de var olan, başka uygarlıkların neredeyse tüm kent halkının bir araya
geldiği, kadın, çocuk, erkek, yaşlı, genç hepsinin eğlendiği törenleri, bu çok
sevdiklerini söyledikleri halklarına armağan etme zamanları geldi ve geçiyor
bile.
Bayram bayram gibi,
tatil tatil gibi, çalışma çalışma gibi; insanlar, büyük buluşmalara, büyük
şölenlere, bayramlara muhtaçtır; insanlığın, insanımızın köküne kibrit suyu
dökmeyi bir kenara bırakıp, canına okuduğumuz güzel yaşamı, yılda birkaç gün
olsa da ormana, tarlalara düşecek beklenen o güzel yağmur gibi düşünüp
gerçekleştirelim.
Her defasında
bayramın canına okumaya, bir an önce bayram telaşını bitirmeye giden ben, yine
her defasında kendi barışık, insancıl düşüncelerimi, insanların birbirine
kurdukları tuzakları, sundukları avlama yemlerini kâh gülümseyerek, kâh endişe
ederek izledim; bayramınız kutlu olsun; geçmiş değil, geçmemiş bayramınız…