Sayfalar

14 Temmuz 2012 Cumartesi

GERÇEKLERDEN DAHA GERÇEK OLAN NEDİR


 Kamera; Güven Cuğra-Erdek-Balıkesir


  Gerçek olandan daha gerçek nedir? Neyin peşinde koşuyoruz? 
Varlığımızın üzerine çökmüş çökelekler; kibir-gurur,açlık ; hangi
kurtarıcı tarafından törpülenecek? 
Esas kurtarıcı insanın kendisi; ama kendisi olan insan nerede? 


GERÇEKLERDEN DAHA GERÇEK OLAN NEDİR?

  Beş kelimeden meydana gelen cümle özne’yi alıp götürüyor. Gerçekler adı altında bizi mutlu eden, hatta bazen böbürlendiren bir sürü öykü anlatırız. Şiirler okur, başarılarımızı ardı ardına sıralarız. Bütün bu anlatımların daha başında “gerçekten de çok güzeldi!” sözü ile yaşananları yaşanacak olanlara yapacağı katkı yüzünden saygılı bir onur içinde bakarız.

  Kaybedişleri, alkışsız, övgüsüz zamanları yok sayıp, sadece bir fotoğraftaki zaman kadar anlatılacak övgüler bir ömre yaymanın gerçek hikâyesi nasıl olur? Bunu iyi bir felsefe birikimi, insanın kendisini arama çabalarıyla bulabilir, sorgulama cesaretine sahip olabiliriz.

 Geçmiş ile gelecek arasındaki büyük uçurumları algılayan beyinlerimiz bir türlü asıl olan gerçeğe, yani elimizle dokunduğumuz yaşama dokunmak istemez. Yaşam, soluk aldığımız, kalp atışlarımızı duyduğumuz, nefeslerin nefeslere karıştığı, gözlerimiz ile çok boyutlu tanıklık eteğimiz andır…

  Van Gogh bu sorgulamayı 130 yıl önce kardeşi Theo’Ya yazdığı mektupların şöyle anlatıyor;

“ Geçenlerde Michelet’in Kadın, Din ve Papaz konulu kitabını okudum. Bu gibi kitaplar gerçeklerle dolu; ama gerçeklikten daha gerçek olan nedir, yaşamın kendisinden daha çok yaşam nerededir? Ve bizler, elimizden geldiğince çalışan bizler, neden daha yoğun yaşayamıyoruz?” 

  Kırmızı minibüse bindiğimde ressamın bu cümlesine yakın düşünceler içindeydim. Minibüs 100. Yıl Mahallesine, dostum Şaban’ın oturduğu istikamete doğru yol alıyordu. Şaban, hastalık ve acılarına bir kahraman gibi direniyor. Ve ben, yaşamın içinde yaşamın kendisinden beslenen bir insanın felsefesi ile dostumu dolaşmaya gittim.

  Eve kapanılan zamanlarda kapının açılması, içeriye değişik insanlar sevgi güleçlikleriyle girmesi, şifa arayan hastaya sonsuzluğu getirmez ama sonsuzluktan bir an yaşatır. Bu sözü Van Gogh 130 yıl önce muhtemelen sonsuzluğu arayan canlının bir anlık sonsuzluk keyfi içinde söylemişti.

  Gerçeklikten daha gerçek olan nedir? Yaşamın kendisi; şu an, duyumsadığımız sesler, bakışlar, beden bütünlüğümüz, tanıklık yaptığımız “an” değil midir? Kırmızı minibüs içinde böyle bir “an” a şahitlik yaptım. Üç boyutlu bakışların, kalp atışlarının, nezaketi bir sanatçı titizliğinde yapan insanların arasında 10–15 dakika yaşadım.

  Nem yoğunluğunun dansını yapıyor, minibüs açık camlarıyla nemi kovalamaya çalışan esintiyi oluşturuyordu. İçerisi tıklım tıklım yolcu ile doldu. Bindiğimde de dolu olan minibüste daha ücretini ödemeden arka koltuktan bir genç kalkıp bana yer verdi. Benden sonra minibüse binen çocuklu kadına ben yer vermeye kalkarken yanımdaki diğer genç erkek kalkıp o yer verdi. Bu yer verme işi 100.Yıl Mahallesine kadar devam etti. Gelen her kim olursa olsun, eğer çocukluysa, kadınsa veya biraz yaşlıysa oturanlardan birisi gönüllü bir vazifeyi yerine getirir gibi en nazik ve centilmen hislerle hemen kalkıyorlar.

  Böyle bir ilginçliği, sanki sıra dışı davranışlar haline gelen duyarlı yaklaşımları unutmuş, gülmeyen hoyrat toplumumuzun yapışkan, asık yüzlü yüzsüzlüğü içinde kaybolmuşken bu duruma tanıklık etmek gerçekten de sıra dışı bir andı benim için…

  Arka koltukta sağ yanımda oturan genç hanımın küçük kızı, en temiz duygularla bizi delip geçen bakışlarıyla evrenin penceresine bakıyordu. Bakışındaki masumiyet, minibüsün içindeki zarafet ile tamam oluyor; “ abla, abla” seslenişleriyle evrenin tapınağında ilahi bir güce dönüşmüş bir seslenişi çocuk güzelliğinde sunuyordu.

  Yaşamlarımızı geçmiş ile geleceğin ipoteği altına soktuğumuz an; yaşamın bitmez çileleri, dibi olmayan uçurumları bize kucak açmaya başlıyor. Huzur, yaşamın her anında; yaşama tanıklık eden bütün bedenlere en büyük ikramiye olarak daha baştan verilmiştir. Bedenin mide kısmını doldururken, en üste bulunan beyin kısmını çok iyi anlayıp, birazcık besleme sayesinde büyük kavuşuma; yani sonsuzluktan bir veya birkaç an’a kavuşabilir, hayatın akordunu kendimiz yapmayı öğrenebiliriz…

  Kırmızı minibüs yaşamın farkına varmamı ve yaşam içinde 15 dakikanın bile ne kadar büyük dinginlik ve arınma yaptığını gördüm. Nezaketin geçit törenini kırmızı minibüs içindeki sanatçı kılığına bürünmüş insanlar sayesinde seyreyledim. Aynı yaklaşımı yine büyük ressamın büyük insanlığa bir armağanı gibi kardeşine mektubunda yazdığı bir cümle içinde hissettim;

“Ah Theo, tonlar ve renkler ne büyük şeyler! Bunları hissetmeyen öğrenmeyen biri ise gerçek yaşamdan ne kadar uzakta!
 Güven Serin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder