Tintinpınar Caddesi üzerinde sağa sola, ileri, geriye, çok
ötelere baka baka ilerliyordum Perşembe Pazarı kurulan sokaklara doğru.
Yavuz Mahallesi,
Tintinpınar Caddesi ve mahalleye ait diğer sokaklar, gençlik yılları anılarıyla
dopdolu. Bu mahallede dostluklar kurmuş, doğmuş olduğum yeri (Paşaköy)
özlediğim vakitlerde bu mahallede teselli aramıştım…
Tevfik öğretmeni,
Ali Boylu’yu, Halim Al’ı, İsmail Merih’yi,Sadullah Dağlı’yı,Çatalcalı Ümit,Ferhat,Cengiz’i,Kahraman
Maraşlı Ahmet’i,kalın gözlükleri olan Adil Amca’yı,Hüsnü Ateşi,Saadet,Asiye Yenge,Hacer
Hanım,Saadettin,Yusuf Bey’i,Recep Özvardar’ı,Ahmet ,Mehmet Karagözdere
kardeşleri,Osman’ı,Mustafa’yı,genç yaşlarda ölen Özer ve İbrahim’i ve birçok
insanı bu mahalle vakitlerinde tanımış,sevmiş,saymış,çok zamanlı yaşamın içine
dahil etmiştim…
Yine o mahallede,
kırk yıl önce ahşap evlerin arasında dolaştığım, koşarak sahile, sandalların
yanına indiğim gibi hızlı ilerliyordum. Hiç tasvip etmediğim hızlılığa bir
türlü fren koyamamış olmanın burukluğu içinde tam da pazaryerine yaklaştığım
anda gördüm Akgün Kıraathanesi önünde oturan “Bizim Yakup” u.Üç ahbabın hemen
yanı başlarına oturmuş, bir konferansı can kulağınla dinleyen yaşamdan çok şey
bekleyen öğrenci ciddiyeti içerisindeydi Yakup…
Hemen frene basıp,
vitesi küçültüp beden motorları sessize alıp yavaşlattım. Yakup’un gerisinde
üç boş iskemle duruyordu. Orta sandalyeye oturup Yakup ile aramızda boş bir
sandalye mesafesi bıraktım. Oturduğumu bile fark etmedi Yakup. Dinlemeye
dalmıştı yandaki hoş sohbet adamları.
Kahveciye el işareti
yaptım iki çay getirsin diye. Birisi Yakup’a, diğeri bana olan iki çay
hemencecik geldi. Kimden olduğunu bile sormadı Yakup. Onun işi sorgulamak,
sormak, soruşturmak olmadığı gibi; evsiz, barksız Aborjin felsefesi içinde bir
yaşamın içinde durgun bir ırmak gibi akıp gidiyordu.
Akıllı sanılan
insanlar acırlar, hor bakarlar böyle Yakuplara. Biçare, zavallı, şekerli;
bilmem başka neler neler söylerler. Evet, biçare olmasına biçare ama kimselere
minnet duymayan, yalvarmayan, ağlayıp sızlamayan masum biçare…
Yakup ile ilgili çok
yazı yazdım gazetemizin köşesinde. “Bizim Yakup” dedim ona… Şehrin en dingin,
en engin ve en sessiz varlığı; İnsan Yakup…
Kimin yanına otursak,
kimisi gerçek dertlerden, kimisi ise laf ola beri gele alışkanlıklarından
hemencecik yaşamın en tatlı anlarını boğazlayıverirler. Yakup ise öyle mi?
Edip Cansever’in
şirindeki Çağrılmayan Yakup, tam da bizim İnsan Yakup’a uysa bile, Yakup’in
hiçbir zaman şiirdeki gibi seslenişi de olmamıştır. Olmasa da önceki
yazılarımda “ Ben, yani Yakup/Daha hiç çağrılmadım/Biri olsun ‘Yakup’diye
seslenmedi hiç” diye Yakup’un sessizliğine ses vermek istesem de bir gün olsun
öyle bir şeyi sesli olarak söylemedi Yakup…
Bugünde öyle
günlerden birisiydi. Çayını içtikten sonra parasını vermek istediyse de engel oldum.
Onu konuşturmak istesem de o yan taraftaki konuşulanlardan ne çıkardı bilinmez
ama çocukça gülümsüyordu. Kim bilir ne telaşsız, koşulsuz algılar buluyordur
yan taraftaki insanların konuşmalarında. Bazen sesli gülüyor, onu da konuşmaya katsınlar,
Yakup’u da dâhil etsinler diye sesli, tam anlaşılmaz bir şeyler söylüyor ama nafile…
Yan tarafta konuşanlardan bir bakış, kafalarını geri çevirip onu süzerek bakanlardan
başka bir şey göremiyor Yakup…
—Yakup, birlikte hatıra fotoğrafı çekilelim, dediğimde “ Olmaz,
yakışmam ben fotoğrafa” deyip başında bulunan şapkasını çıkartıp yüzünü örttü.
Demek ki yüzü önemliydi Yakup için. Başkalarının yanında poz vererek görünmek,
teknolojinin insanlığı ellerine geçirmiş olması Yakup için önemsizdi…
Ne anlatıyor bize Yakup?
Hangi geri kalmışlığı? Hangi sıradanlığı, çaresizliği veya kendi özüne dönük, saf,
yabanıl bir canlı gibi varlığını sürdürme isteğini mi?
O sırada benim gibi pazaryeri
yolunu tutmuş arkadaşım Alpay Atay Oral selam verdi. Birlikte çay içip, geçmişe
daldık. Yakup ise insanlığın, ormanlarda, dağlarda, kovuklarda yaşadığı
zamanların telaşsızlığı içinde, her zamanki uçsuz bucaksız evrenine daldı; ne
bir acı, ne bir şikâyet, ne bir isyan; bir kaya, sessiz ve kadim dünyaların
suskun sözcüsü gibi…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder