( On İki Kızgın Adam )
Toplumumuzun neresine giderseniz gidin biraz kulak kesilir, bir parça samimiyet içinde dinlerseniz; sonsuza akan nehirler gibi önyargılara hapsolmuş insanları ve kendimizi görür, hatta buluruz.
Birisi bir kişin hakkında bir şey söylediği an; “ Aynen “der aynı fikirde olduğumuzu tek bir kelime ile açıklar, onca söz, düşünceden bir anda kurtulmuş oluruz. O birisi bizi şaşırtmak için; “İyi ama daha beni dinlemeden, tam olarak anlamadan niçin onayladın? Niçin aynen dedin? “ demiş olsa, şaşar kalırız. Çünkü kolay kolay söyleyecek sözümüz olmaz; aynen sözünün altında ezilir kalırız.
Yakın zaman önce bir mahallemizi, Büyükşehir olmadan önceki haliyle köyümüzü ziyaret ettik. İçinde tanıdığım insanlar var. Olmasa da köyün dağları, ıhlamur, adaçayı kokan tepeleri, viran taş, ahşap binaları için durulur, derin vadinin içinde masalın içinde kaybolmak gibi kaybolunur…
Uzun ve neşeli, öğretiler ile dolu yolculuktan dönüyor, mola vereceğimiz son köyde-mahallede durup çay içiyorduk. Kimimiz yöresel ürünleri görmek için sağa-sola dağılmıştı. İki arkadaş dışarıda oturmak istedik. İki çay seslendik kahveciye; serin akşam günün son demleri içinde. Çayımdan iki yudum alır almaz kahveci “ Güven Bey-gazeteci kim? “ deyince; “ Benim “ dedim. “ Sizi içeriden, iç havluda bulunan masadan çağırıyorlar.
Usulca iç havluya geçtik. Masaların çoğunluğu boş, sadece birisi dolu, diğerinde de yaşlı bir ihtiyar oturuyordu. İsmini sonradan öğrendim; 86 yaşındaki ihtiyara Hasan Dayı olarak sesleniyorlardı. Benim geldiğim masada tanıdığım iki insan oturuyordu. Birisi mahallenin muhtarı, diğeri uzun zamandır tanıyıp da ısınamadığım, her iki tarafın birbirine yeterince yaklaşamadığı insanlardık. Ama ne olduysa oldu, uzun zamandır tanıdığım zeki ve kurnaz suratlı adam oldukça samimiymiş gibi etrafa da çalım satma biçiminde;
“ Gazeteci arkadaş, bizim derdimiz var. Anlatayım dinle ve sen sansür koyarak yaz bunları.”
Yanlı, kızgın bulabildiği bütün sözcükler ile belediyeye yükleniyor, bir şahısın üzerinde durmak yerine toptan ama acımasız suçlamalar içinde bulunuyordu. Birkaç dakikada bir, sen bunu kendine göre yaz, bizim sorunumuz büyük…
Arka masada bulunan ihtiyara baktım; duruşunda kendi mahallesinden olan insanın anlattıklarını onaylamayan bir ifade duruyordu; apaçık… Yan tarafta oturan muhtara baktım; göz göze gelince başını yere eğdi; o da kızgın adamın sözcüklerini onaylamıyordu…
Sonradan öğrenim, meğer kızgın adamın oğlu belediyeye çalışan olarak girmek istemiş ama işe giremeyince babası; yani kızgın adam belediyeye toptan düşman kesilmiş…
Birde yarı aydınlar; önünü zor aydınlatanlar var; onlardan başka herkes CAHİL… Korkunç bir mantıksız, kuşku cenneti oluşturmuşuz ruhumuzun içerisinde.
Sosyal dünyadan bir haber vereyim; bir sanatçının-ünlü birinin ölüm veya doğum zamanını birisi paylaşınca herkesin paylaştığını görmek; sevgiden çok herkesin, yani büyük sürünün içerisinde var olmanın dayanılmaz ağrısını her defasında hissediyorum.
Bu nasıl bir sevgidir? Nasıl bir uygar yaşam anlayışı ve algısıdır? Bir tek aslanın yüz bin öküz başlı antilobu ürküttüğünü görmek gibi bir şey veya bir kışkırtıcının bir taş atıp bir kadını yüzlerce binlerce insanın taşlaması gibi; herkes o an, suçlu veya haklı olduğuna inanır.
Yalnız bir kişi inanmaz; on iki kişilik jüride bulunan bir tek adam; on sekiz yaşındaki bir gencin babasını öldürdüğüne inanmamak için mantıklı kuşkuları vardır. Diğer on bir jüri bu adama karşı kızgın ve öfkelidir. Çünkü deliler on sekiz yaşında bir gencin suçlu olduğunu ve idama mahkûm edilmesi gerektiğini söyler. Ama bir kişi ihtiraz ederse, idam da kuşkulu olacağından tartışma büyük…
Tartışma, konuşmaya dönüşürse, konuşmalar kuşkuları iyi işler, bilimle felsefeyle yoğurursa ortaya ne mi çıkar? On iki kızgın adam filmindeki gibi itiraz eden, on sekiz yaşındaki çocuğu suçlu bulup ölüme göndermek isteyen on bir kızgın adamın en sonunda başlarını öne eğip çocuğu SUÇSUZ bulmalarıyla biter film…
Sürü olmaktan, bir aslan tarafından yüz bin, bir milyon öküz başlı antilop gibi savrulmaktan kurtulmanın bir tek yolu var; bütün önyargıları mantıklı düşünceye çevirmek. Öz bilgiye, öz samimiyete ulaşmak; başka yolu yok! Birde vaktiniz varsa, on iki kızgın adamı Sidney Lumet’in yönettiği 1957 yılı yapımı kült filmi izlemek…
Ne haklı bir yazı! Belki uzun bir yorum yazmayacağım, "Aynen" cevabı gibi olacak ama demek istediklerinizi anladığımı, sonuna kadar hak verdiğimi biliniz:)
YanıtlaSilİyi dileklerimle...
YanıtlaSilÇok teşekkürler Klio; anlaşılmak güzel şey:)) Kolaylıklar...