Sayfalar

26 Nisan 2017 Çarşamba

PÜRENLER ÇİÇEK AÇTI


Kokuları derinden derine geliyor;
utangaç,gizemli ve yaşama dair..


Kamp çadırları kurulur kurulmaz;
kamp ateşi ve mıntıka temizliği;
bizden önce bırakılan çöpleri,bizden sonra
bırakmama projesi...


Bülent Yorulmaz;kampın yeni üyesi;
doğa onu da öz evlatları arasına kattı.


Belli ki ciddi bir konu;kamp sohbetleri...


Sabah yürüyüşü;Istranca,Çilingoz diyarının
yamacında.



Istranca-Yıldız köşeleri;
iç içe geçmiş manzaralar

                                          PÜRENLER ÇİÇEK AÇTI




  Tekirdağ’ın Karadeniz’e sahili-kıyısı olan tek yer; Kastro veya Çamlıkoy denen bölge… Karadeniz’in kıyıya yığdığı kumlar, onlarca, yüzlerce dereciğin taşıdığı alüvyonların bölgesidir bu diyar.

  Longoz Ormanlarının, Çilingoz Ormanlarının; milli parkının başladığı yer… Yolun sağ tarafına geçerseniz; İstanbul’a; Çilingoz Ormanlarına; iç içe geçmiş orman, vadi, tepeler, dereler cennetine; kayınların, gürgen ağaçlarının memleketine girmiş olursunuz.

  Sol yöne; birkaç km ilerlerseniz; Kırklareli sınırlarına; bir başka şölen alanına; göllerin, ağaçların, kendini has koyların; meşe ve çam diyarına; kayınların uçsuz bucaksız göğe yükselişine tanıklık etmek mümkün.

  Tam da burada; İstanbul ile Tekirdağ’ın; Tekirdağ ile Kırklareli’nin kesiştiği yerde; püren çiçekleri kolonisi; beyazlığın olduğu kadar, derinliğin, çekingenliğin kokularını yayarlar. Bu kokular, arıcılar ile arıların da burada olduğunu anlatır.

  Şifanın, doğallığın; kirden, pastan, hilebazlıktan hiçbir şeyciğin olmadığını da görürsünüz bu çekingen kokulardan. Tam da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının, yüreklerde, damıtılmış ruhların bedenlerinde kutlandığı zaman; Kayınların, pürenlerin şehrinde kamp yaptık.

  Yunus Usta, Bülent Yorulmaz, Erdem Özcan, Çetin Bey, damadı, Zeki Bey, oğlu Okan Beyin katılımlarıyla 20 saatliğinde Kastro,Çilingoz Ormanları arasında,bir kamp anısını daha kayıtlara düştük.

  Sekiz kişilik kamp kadromuzun söz etmediğim birisi daha var; MEHMET... Kamp katılım yaşını gençleştiren,kamp ve doğanın ruhuna uygun ve uyumlu; her daim neşeye meyilli kardeşimiz... 

 Bir kültürün,yapının,eserin sürdürebilir olmasını gençler sağlar. Bizim kamp yürüyüşümüzü de gençleştirecek gençler;Mehmet,Zeki,Okan,Bülent;daha ötelere taşıyacakları izlenimini,gerçeğe dönük sarılışlarını çoktan göstermişlerdir. 


  Kamp yapmak ayrı bir kültür; üzerinde durulması gereken bir seçenek… İnsanı, harekete davet ettiği gibi, insan becerilerinin yatkınlığını, birlikte hareket etme becerilerinin de kabiliyetini sınamış olursunuz.

  Sekiz kişilik ekibimizin tamamı doğaya düşkün insanlar. Gecenin ayaza çekeceği, ısının sıfırın altına düşeceği kimseyi korkutmadığı gibi kamp yaşamına uyum sağlama, bir parça tecrübe adına herkesin koşulsuzluğu gözlerinden okunuyordu.

  Çadırlar güle oynaya kuruldu. Kamp Kültürünün hakkını veren Yunus Usta, çadırların kurulmasına yardım etmenin yanında, ateşin hazırlanışı, kampçıların yemek yeyip, çay, kahvelerini içeceklerinin yapacakları masayı hazırlayışı bile beceri, istek kesişmesinden başka bir şey değildir.

  Kampın kurulduğu alan, eski kamp izleriyle dolu. Yanmış odun artıkları ve ne hazindir ki doğada eğlenip, keyif çatılan yerler insan artıklarıyla dolu. Poşetler ve boş kutular… Kamp kültürümüze oturttuğumuz, gelenek haline gelen eylemlerden birisi de; yerleşim alanımızı; kamp çadırları ve ateşin çevresinde bulunan insan artıkları olan pislikleri poşetlere toplamak…

  Karadeniz iklimi kendi ağaç, çiçek, çalı, bitkilerini yaşama şansı verip yaşama; ormana bırakıyorken, gecenin derinlerinde yöreye ait kuşların ötüşlerini de dinledik. Birbirine karışan, ama türler tarafından karıştırılmayan gece sesleri. Kim bilir neleri anlatıyor? Yuva kurma zamanını, eşlere son bir çağrı veya bir başlangıcın türküsünü duyuruyor olmalı; karatavuklar, bülbüller ve daha bir sürü kuş türü.

 Kampın yakınında ki orman; beş on yıl önce seyrekleştirilmiş. Bölge yararına, odun amaçlı kullanıldığı belli… Genç sayılacak; delikanlı konumunda ki kayın ve gürgen ağaçları, tam bir yarış içindeler. Gökyüzüne, bütün güçleriyle yükselişe devam ediyorlar. Tek amaçları; daha fazla güneş…

  Pürenler; en erken çiçek açan bitkiler. İçin için yanan odun gibi duyulan kokuları; tıpkı memleket sevdası gibi; için için… Hâlbuki Cumhuriyet, kayıstıs, şartsız egemenlik; bizim içindi. Mustafa Kemal’in inancı; bu düşüncenin özüne tutunmuş olduğunu, iradenin irdelemek çeşitliliğine hasreti anlatıyorken; pürenlerin, kayınların, gürgenlerin, dağ sümbüllerinin diyarı da bütün bu çeşitliliği, dayanışma veya rekabeti anlatıyor.

  Kamp ateşi, kamp alanları; kulağa hoş gelen sözcüklerdir. Böyle alanların en risksiz olanlarına herkes tanıklık edip, fotoğrafa girmek ister. Kolay yoldan doğanın evladı olmak arzusu… Hâlbuki öyle değildir. Doğada da gizli, aşikâr ve çok ciddi bir rekabet vardır. Yer edinme ve kabul görme üzerine…

 Doğanın evladı olmak, doğa tarafından kabul görmek; her fırsatta doğaya koşup; yeme, içme pisliklerini bırakıp, bol bol fotoğraf, video çekip, orayı arkana bakmadan terk etmek değil; tam aksine; bir mimar titizliğinde, arkeolog sabrı, kimyager kararlılığı içinde beklemelisiniz. İmbikten düşen her türlü damla; doğanın saf hali, içinize işlemeye, onu anlamaya, onu anlarken, kendinizi, vücut bulmuş ruhsal ve bedensel kimliğinizi anlama; kendinizi bütün “güç” safdilliklerinden de kurtarma anlamına geliyor.

 Pürenler çiçek açtı. Bahar mevsimi; biraz kış, bir parça yaz kokuyor. Arılar ve arıcılar pürenlerin peşinde… Kamçılar ise doğayı anlamaya çalışırken kendini bulma peşinde…

 
Güven Serin 










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder