Kamera; Güven Tekirdağ
KAMBER ATEŞ NASILSIN?
Kim bilir kaç gün
oldu peşimi bırakmıyor bu sesleniş;
“Kamber Ateş nasılsın?” seslenen bir kadın. Bir ana. Kamber
Ateş’in hiç Türkçe bilmeyen anası… Dönem 12 Eylül dönemi. Sapla samanın
karıştığı, aklın, sanatın, felsefenin darmadağın olduğu dönem.
Kamber Ateş’in
varlığından yeni haberim oluyor. Hâlbuki o genç adam 35 yıl önce üniversite
öğrencisiyken 12 Eylülün kurbanı olduğunda biz de babam için fısıltıyla
sesleniyorduk;
“ Yusuf Serin nasılsın?” Tabiî ki bize cevap veremiyordu.
Karanlık hücrelerde, soğuk ve ıslak küfürlerin tehditleriyle ifadesi
alınıyordu. Üç ay süren, zamanın durmuş olduğu dönemler…
Kamber Ateş’in
varlığından 35 yıl önceki ana, oğul konuşmasından yeni haberim oluyor. Selçuk
Özbek Kızılışık hocama bana armağan ettiği kitap, aynı zamanda Kamber Ateş ve
anasının da var oluş gezegeninde bir zamanlar yaşam savaşı verdiğinin edebi
anlatımıyla kendi anıtlarını dikmişler.
Bu kitap Sunay
Akın’ın Onlar Hep Oradaydılar kitabından başkası değildir. Üst kapağında yaşlı
bir Kızılderili adam ve sağ kolunda küçük bir kız çocuğunun fotoğrafı var.
Kapağı çevirince Selçuk hocamın kendi zarif el yazısıyla yazmış olduğu not;
“ Barış ve huzur
içinde bir dünya umuduyla… Dostlukla…”
Bir dostun bir dosta
hediye edebileceği en güzel nesnelerden birisidir kitap. Hele hele, henüz o
yazar, o şair, o hikâye ile tanışmadıysanız yeryüzüne bir yeryüzü daha eklenir…
Bir Anadolu ozanına
göre (Sunay Akın’ın ifadesi) ;
Dil bir anadır. Kucağında çocuğu!
Anadolu zenginliği
ihtilallerin akılcı oluşuna katkı yapmıyordu ne yazık ki… 12 Eylül etrafı kasıp
kavuruyordu. Genç insanları, düşünceyi, akılı, sanatı yerle bir ediyordu…
Kamber Ateş’te
tutuklananlardan 11 yıl hapis yatanlardan sadece birisi. Belki de ölmediği
için, o ağır işkencelere dayandığı için şanslıdır. 12 Eylül’ün en acımasız
olduğu zamanlarında Kamber Ateş’in annesi ziyaretine gelecektir. Kamber Ateş’i
büyük bir telaş alır. Annesi hiç Türkçe bilmiyordur. Ve Türkçe bilmeyenler
görüşmeden hemencecik alınıyordur. Kamber ateşin kız kardeşi annesine sadece üç
kelime öğretmiştir. Oğlunun ismi ve soy ismi ve bir de ne durumda olduğunu
bilme adına, nasılsın, sözcüğü.
Görüşme günü gelir
çatar. Kamber Ateş anasıyla göz göze gelir. Annesi karşısında görüp
dokunamadığı sadece üç dakikalık görüşme zamanına üç kelimeyi sığdırır. Çünkü
başka bir Türkçe sözcük bilmiyordur. Hâlbuki dilbilimcilere göre 6 Binden fazla
dil vardır dünyada. Bunlardan biriside Kürtçedir. Ne hazindir ki kardeşiz diye
diye, göz göre göre anadillerini yok saymışız. Üstelik onlarca uygarlığın
üzerine oturma şerefine sahibiz diye övündüğümüz büyük millet olma düşüncesini
yaşarken…
Kamber Ateş anasına
bakar. Anası ona. Annesi seslenir;
Kamber Ateş nasılsın?
-
İyiyim anacığım sen nasılsın?
Kamber ateş anasının Türkçe konuştuğunu duyunca şaşırır ve
sevinir. Ama anası yine aynı sözcükleri tekrarlar;
Kamber Ateş nasılsın?
-
İyiyim Anacağım, sen nasılsın?
Üç dakika bu tekrarlarla dolar.
Sözcükler hep aynıdır ama bakışlar, seslerin tınıları ana ile oğlun evrensel
konuşmasına birbiriyle kucaklaşmalarına neden olur.
Sarkis Türkiye’de doğmuş, Fransa’da yaşayan
bir sanatçıdır. 56. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi Respiro-Nefes projesiyle
temsil edecek. Kavramsal sanatın öncülerinden kabul edilen Sarkis yapacakları
sanatsal çalışmayı şu şekilde anlatıyor:
“ Zamanların başlangıcına, ilk gök kuşağına,
diğer bir deyişle ilk kırılma anına gideceğiz. Tarih içindeki belirli anları
sabitlemek yerine, bugünün ve uzak geçmişin güncelliğine aynı anda sahip
çıkacağız. Durağanlığa karşı dönüşmeye, dönüştürmeye, nefes almaya,
hissettirmeye devam edeceğiz.”
Dostlar; edebiyat, sanat, felsefe insan
aklıyla uyuşup evrensel koşusunu ancak bu şekilde yapar. Kin, nefretten arınıp,
aklın, sanatın, edebiyatın dallarına tutunarak karartılmış, donuklaştırılmış,
puslu ve ürkek zamanı yerle bir eder.
Teşekkürler Selçuk Özbek Kızılışık.
Teşekkürler Sunay Akın. Teşekkürler Sarkis…
Güven Serin
Güzel insan, sevgili dost;
YanıtlaSilÖncelikle, ülkemizin kanayan bir yerine dokunmuşsun, ve çoğu zaman; insanların kör ve sağır kaldığı kendine sıra gelinceye kadar gıkını çıkarmadığı sosyal ve toplumsal bir yaraya dikkatleri çekmişsin.
Duyarlılığın ve algıda ki seçiciliğin için teşekkür ediyorum.
Yaşam bir bütündür, dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.
Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri ve tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşam da var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler, hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı ?
Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar.
Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar; kendi yaşamlarının dışında başka bir düşüncenin, başka yaşamların önemi konusunda bencildirler.
Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini,algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
Farklı coğraya da doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir.
Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Özellikle sen ben kavgasının yolcuları, insanları; görünüşünden,dilinden, etnik kökeninden,siyasal tercihlerinden dolayı yargılıyorsa hiç bir gönülde açamazlar, insanım diyemezler.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
İnsanı insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır ve yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir.
Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlıktan, düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir.
Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun.
YAŞASIN HAKLARIN ADALETİ !!
Olcay Kasımoğlu
YanıtlaSilTeşekkür ederim değerli yazar-şair. Yoğruldukça daha bir insan olmanın yüceliği,ebedi bir hissedişle evreni kucaklama ayrıcalığı verir insana. Şunu düşünüyorum; gözü,kan,para,rütbe bürümüşlerle bir pazarlık yapmak! Özgün yaşam peşinde koşanlara sadece bir tek kıta bırakılsa, diğerlerinin tamamı doymazlığa,hilebazlığa verilse ne kadar mutlu olurlar? Uşak,köle,alkış,korkutma,minnettarlık bulamayacakları için ne büyük bir karışıklık yaşarlardı. En büyük gösteriler, rütbeler bile onları mutlu edemezdi; çünkü hepsi aynı konumda.. İçin için güleceğim gelir; ezdikleri, yok saydıkları insanlar erdemli yaşamlarını onların yaşamlarından çekme becerisini gösterdiklerini düşünürken...