Kamera; Güven Arkeoloji Müzesi - İstanbul
İç huzurun dışa taşıp,dıştaki huzurun içe
akacağı yer;uygarlıkların sarmaş dolaş
birlikteliği...
TARİHİ ve MİMARİ HAFIZA
Kadir Başkanın
sözlerinden birisiydi şehrin Tekirdağ'ın özgün haline kavuşumu sağlamak.
Kuralsız, kanunsuz, nizamsız; mimarinin estetiği, çevreyle uyumu gözetmeden
yapıların yıkılması ve şehrimizin yüz yıl önceki haline kavuşması…
150–200 yıl önceki
İstanbul'u, Osmanlı'nın son zamanlarına ilerleyen zamanın nasıl bir mimari
gösteriye dönüştüğünü de tarihe açılan sayfalardan anlıyoruz. O dönemlerin
demokratik olmayan, siyasi güç gösterisine dönüşen bu yapılar heybetli bir
yalnızlık içinde bugünde ayakta duruyorlar.
Yıldız Sarayı,
Çırağın, Beylerbeyi, Dolmabahçe Sarayları… Bir uygarlık düşünün ki, çökme
noktasına gelmiş ama güç gösterisinden vazgeçmiyor. Borçlanarak, mimarinin baş
döndürücü yapıları bir bir ortaya dikmişlerdir.
Bilinen bir gerçek
var ki, mimari tekrar sorgulanıyor. İnsanoğlunun yürüyüşü her dönemde tek bir
düşüncenin hakim olduğu zamanlarda mimariden hep faydalanılmıştır. Mimarinin
fiziki yüksekliği, şaşırtıcı cepheleri kralları baştan çıkartıp halkları için büyük
yaptırım gücü olarak kullanmalarına neden olmuştur. Firavunların piramitlerine
çok yakından kulak verirseniz, o yapılarda çalışan insanların terlerinden öte
kanlarını, eziyet edilişlerini görebilir; o güzel yapının yanında fotoğraf
çektirmekten ürkebilirsiniz…
Osmanlı Saraylarının
içinde de korku vardır. O yapıların gizli tünellerinde daima gizlenmiş, pusuya
yatmış ölüm ve kan kokuları beklerler. Tarihin hafızası bunları bilir ve merak
edenlere saklar. Mimarinin hafızası da ortaya çıkış nedenlerini sorgular.
Mimar Belkıs
Uluoğlu’nun detaylı bir şekilde ifade ettiği gibi;
“ Mimarlık ürünü eğer ki sadece biçimler dünyası değil ise
ve bu biçimlenişler ya da somutlanmalar birer yaşantı taşıyıcısı, hikayelerin
anlatıcısı, duyguların hatırlatıcısı, varlığımızın tanımlayıcısı,
ortaklıklarımızın kanıtı iseler, mimarlığın nasıl yapılacağının bilgisini aynen
onun gibi olmayarak, ama onun nasıl olduğunu bilerek-bize sunan da yine
geçmiştir. Geçmişi bilmek demek onu aynen tekrar etmek anlamına gelmez, gelmemelidir.”
O büyük gösterişli
yapılara tüm kalbimizle dokunduğumuz zaman gerçekten de varlığımızı tanımlayan,
ortaklığımızın bir kanıtı gibi duran bir şeyler hissediyor muyuz? Bunu anlamak
için, mimariyi, tarihi, felsefeyi; kısacası yaşamı anlamaya çalışmak gerekir…
Uğur Tanyeli tarih
ve mimari bilgisini kendi felsefesiyle birleştirip bilinen, sadece bir hikaye
gibi uzakta kalan yakın geçmişi bir kez daha hatırlatıyor;
“ Naziler’in
1930’larda Almanya’da yaptığı Şansölyelik binası (Reichskanzlei) inşa edilir.
Ona baktığında, her Alman’da liderin yüceliği fikrinin yeşermesi amaçlanır.”
Yani her Alman’ın
zihninde o büyük taş yapının, heybetli gücü karşısında iktidarın da yıkılmaz
olduğunu düşünecek! Bu düşünce içinde milyonlarca insan öldü; hem de bütün
insanlığın gözleri önünde…
Ya bugün; Bin odalı
sarayımızın yaşama katacağı şey nedir? Hangi demokratik uygulamalarla halkın
bilgisine sunuldu. Halkın böyle bir yapıya, büyük gösterişe ihtiyacı vardı da
yetmiş milyonun haberi mi yoktu?
O yüzden, tarihin,
mimarinin hafızası önemlidir dostlar. Heybetin yüceliğini, ihtişamını anlamaya
çalışırken; bize taşıyacağını; geçmiş ile bugünün arasındaki bağının ne kadar
demokratik, ne kadar bütünleyici olduğunu da bilmenin insan keyfi; bizi büyük
çelişkilerden de arındırmaya yetecektir.
Uğur Tanyeli bir
hatırlatma daha yapıyor; İngiltere Başbakanlarının Downing Street 10 numaradaki
ikametgâhlarının mütevazılığını… Bu mütevazılığın içindeki beyinlerin tüm
dünyaya bakışlarını, yön verişlerini ve ekonomi durumları, bizim abartılı
ekonomimizden üç kat büyük olduğunu da bilmemizde yarar var.
Mimari ve
mühendisliğin bir araya getirdiği matematik ve fizik biliminin de büyük
katkılarıyla İstanbul Boğazına 3. köprü yapılıyor. İsmi de büyük gösterişle
açıklandı. Peki, ama bu ülke insanının ortaklığının bir kanıtı olacak mı?
Siyasi tercihlerin, demokratik olmayan yönetimlerin mucizeleri her zaman
çökmeye muhtaçtır; çünkü içinde halkın dinleyeceği hikâyeleri, yaşam taşıyıcı
birleştirici harçları yoktur…
Tarih, mimari
önemlidir; yanında felsefe, siyaset ve demokrasi varsa daha da önemli ve varlıklarımızın
tanımlayıcısı durumuna dönüşür.
"Binaların, yapıların dinlenecek hikayeleri olursa" halk daha kolay sahipleniyor ve koruyor gerçekten. Örneğin; Bir zamanlar Haydarpaşa Garı içinde bir tarih barındırırdı. Sinop'ta şimdi boş olan ceza evini gezerken ürpermekten kendini alamıyor insan. Sabahattin Ali'den şiirler geliyor akla. Taksim'de Atatürk Kültür Merkezi nelere, kimlere tanıklık etmiştir.
YanıtlaSil
YanıtlaSilTeşekkür ederim Makbule Hanım;insanın kendi elleriyle yarattığı mekanların insana yakın ruhları;huzuru,dinletiyi,dinginliği sunuyorsa;hikayeler birbirine karışıyor;insanca,insana özgü...