Kamera; Güven Çıralı
Bir ömür geçer sarayları,villaları,yalıları ararken.
Oysa hasret gideriz küçük ve samimi bir kulübeye.
Kamera; Güven Çıralı-Olympos
Gözcü saf gerçeği görebilmek için bakar uzaklara.
Belkide aranası saflık çok yakınındadır insanın
görememenin körlüğü içinde tüketirken şamatalı
hayatları.
Kamera; Güven Olympos Dağı
Uygarlıklar dağ ve ormanların yüreklerine sığınmışlar.
Dağ ve orman ne sakladığını bilir onun önünde
eğilir de göçebeliğe doymamış soylu halkım
aymazlığın talanlarına bir türlü doymaz
GERÇEK SAF GERÇEK
Gerçek düşüncenin
seslenişleri ne hazindir ki bu günün aranan besini; beslenme şekli değildir.
Gerçek ne zaman arandı acaba? Hangi kör, hangi aydınlık zamanlarda? Hangi
uygarlıklar gerçeğin peşinden koştu; bilen varsa beri gele…
Filozoflar,
yazarlar, şairler ve sanatçılar olmasaydı “gerçek” yerçekimli dünyadaki büyük
kavgaların içinde tükenip giderdi. İzine bile rastlayamaz, masallardaki
güzellikleriyle avunamazdık bile. Platon; “her şey akar” demiştir. Gerçek de
akıp giderdi, onu arayanlar, kollayıp, yaşatmaya çalışanlar olmasaydı.
Bazı insanlar
yaradılışları gereği, ruhlarını inceltmekle meşguldürler. Seslerini, seslerine
hükmeden ruhlarını bir ömrün içinde terbiye edeceğim diye didinip dururlar.
Ederler de kendilerince. Çünkü tabiatın hassas adaleti, hiçbir emeği, arayışı
karşılıksız bırakmama üzerine kuruludur. Yeter ki yolculuğunuz; saf gerçek yolu
olsun… Elbet zordur ve neredeyse imkânsızdır; günün güzel uygarlık koşulları
karşısında.
Gerçeğin, saf
gerçeğin peşinde koşanlar; her kim olursa onlara büyük minnet ve şükran borcu
içinde olduğumuzu biliyorum. Bu insanlar, yaşadıkları hayatlar ve koşullar
hangi şartlarda olursa olsun aradıkları saf gerçeğe inanmaktan bir gün bile
şaşmazlar. Onları güçlü ve inatçı kılan; kalıcı kılan da budur. Yağmurun,
çamurun; çimen ve çiçek koktuğunu bilir onlar. Yağmalamak yerine uzlaşarak
yaşamayı, almaktan çok vererek huzur bulmayı çoktan öğrenmişlerdir.
Böyle yaşamış, bir
ömrü, saf gerçeği arayarak geçirmiş Salah Birsel’i huzurlarınıza getirmenin
büyük onurunu yaşıyorum.
Değerli sanat
insanı; gerçeğin büyük eserine kimi bir mühendis, kimi bir mimar, kimi de sırtı
terli bir işçi gibi katkı yaptınız. Size şükranlarımı iletiyorum. Huzurunuzda
eğiliyorum. Gerçeğe, saf gerçeğe bir tek tuğla da olsa bende koymak istiyorum.
Gerçeğin tozu-toprağı benim de bedenime bulaşmasını istiyorum. İstiyorum ki
gerçek dışılığın bu korkunç girdabında muhteşem bir dünyada, her gün zavallı
bir ölüm korkusu, kaybetme garipliği yaşamayım!
Sayın Birsel, “gerçek”
adına bize ne anlatırsın?
“Otuz beş yıl önce
kaleme aldığım bir düz yazım benim fikirlerimi sizlere; Tekirdağ’ın değerli
okuyucularına tekrarlamak isterim;
Alay ve yergi benim
iki gözüm, iki elimdir. Onlarsız hiçbir şey öğrenmem, hiçbir şeye dokunamam.
Ben kendime, kendi nefes alışıma, kendi duygu ve düşüncelerime de hep yergi ve
gülmece-güldürmece diyebileceğimiz humour ile yaklaşmışımdır. Öyle sanıyorum
ki, gerçeği yakalamak isteyen ve gerçekten daha büyük bir gerçek olmayacağına
inanan her sanatçı da bu yolu tutar. Bir Latin yazarı, sanırım Cicero, şöyle
demiş; ‘Ben Eflatun’u severim, ama gerçeği daha çok severim.’
İşte gerçeğe bir kez
tutuldunuz mu, her adımı onun doğrultusunda atar, sonunda bütün fincancı
katırları da huylanmaya pek heveslidirler. Çünkü insanların çoğu, özellikle de
zorbalar, tek ayağı üzerinde bin yalan kıvıranlar, ağzı açık hayran budalaları,
fırıldakçılar, kara haberciler, kazı koz anlayanlar, Nixon burunlular, cart
curt ötenler, uzaktan merhabacılar, kahve falına inananlar, maşa varken elini
yakanlar, sürü sepet gülenler hep kendilerinin övülmesini isterler. Eh, siz de
bunları koltuklamaya, ya da piyazlamaya kalkınca, alay mı desem, yergi mi
desem, gülmece-güldürmece mi desem, her ne karın ağrısı ise kendiliğinden ortaya
çıkar.
Benim kimi nişan
noktalarım vardır. Zorbalığın yeryüzünden kalkmasını, insanlık sevgisinin-varsa
eğer-yaygınlaşmasını, doğruyu söylemenin saygınlık kazanmasını, gerçeğin kapı
arkalarında durmayıp salonun başköşesine kurulmasını, iyi işlerin kötü diye
gösterilmemesini isterim.”
Değerli olma yolunda
değerler yaratan dostlarım; bu tümcelerde biraz da olsa gerçeğe yakın
olduysanız, içinizdeki insanlık güneşi, tüm tabiatı, evreni aydınlatma
yaramazlığı yapmak istiyorsa; o gizemli mağaradan dışarı çıkınız. Bütün
korkular, büyük insanlığın korkma duygusunu tetiklemek, izaha sokmak, sömürmek
için yaratılmak istenir.
İşte bu yüzden,
korkuları, talanları, zorbaları gerçeğin; saf gerçeğin sanatsal duruşu
korkutur. Bu yüzden öldürülmek istenen, bir insanlık yaşam biçimiymiş gibi öne
sürülen; öldürmezsen ölürsün-yaşamak için öldürmek-talan etmek felsefeleri,
koca bir yalanın ta kendisidir. En büyük güç ve gerçek; aklın sanat ve felsefe
aynı zamanda öğrenme açlığı ile buluşmasından ibarettir…
Güven Serin
Ove slike nisu stvarne ! To je bajka , san. Pozdrav Guven :)
YanıtlaSil