Kamera; Güven Limon Çiçeği
Çiçekler de kendi danslarını milyonlarca
yıldan bu yana yaparlar. Limon çiçeği de
bir şeyler anlatıyor tabiatın lezzeti, kokuları,
görsel şölenleri adına.
KATHAK DANSI
Kathak Dansı
Hindistan’ın kuzeyine özgü bir dans türüdür. Bu dansta hız, el ve ayak
hareketleri oldukça önemlidir. Aslında Kathak Dansı insanların yaşam
biçimlerinden doğmuştur. Her dans bir öyküyü anlatır. Dansçının yanında bir de
kathakas denen öykü anlatıcı vardı. Söylenceleri ve mitolojik öyküleri dansçı
eşliğinde anlatıp söylerlermiş. Kathak Dansı nesilden nesle anlatıla anlatıla
ulaşmış klasik bir dans biçimi haline gelmiştir. İlgi, alaka ve beceri ister.
Bir de bu dansın anlatacağı bir öykü…
Müzik, dans ve
öyküler barışçıldır. Kişinin ruhuna hitap ettiği gibi bedenleri de baş
döndürücü güzellikleri algılama aşamasına yaklaştırır. Bu yüzden, müzik, dans
öykü ile birleşince, bu öyküler barışçıl olmayanları, sevgiyi yüceltmeyenleri
korkutur. Korkular arttıkça, insanların kendi acılarına ilaç bulma arayışları
artar ve gizemli labirentlerin içine doğru yol alır.
Hindistan halkı da
acıları, yokluklarıyla yüzleşmiş bir halktır. Aynı zamanda kendi mitolojik
öyküleriyle de hüzün ile mutluluğu, umutlarını birleştirmiş geçmişten bugüne
taşımıştır. Bizim türkülerimizde de öyküler gizlidir. Yaşanmışlıklar gizlidir.
Umutlar gizlidir. Destanlarımızda da, masallarımızda da insanı insanlığa
yaklaştıracak, çözüm olmayan adaletin yerine ilahi çözümler bulunacak
anlatımları vardır.
Kathak Dansı oldukça
ilgimi çekti. Öyküler müzik ve dansla birleşince öyküye aç olan benim gibilere
direnme ve beslenme şansı verir. Benim besinim de böyledir işte; şarkılara,
danslara, dağlara, taşlara gizlenmiş seslenişleri anlamaya çalışıp bir çeşit
konuşma yöntemi geliştirmektir.
Şimdi bu zamanda;
benim şehrimde ve dillere destan ülkemde konuşmak, hak aramak ve adalet istemek
hiçbir anlam ifade etmiyor. Etseydi mahpushaneler bu kadar dolu, çelişkiler,
kuşkular bu kadar fazla olmazdı. Bir öç alma havası ve öz benlikten, ulusal
içtenlikten, evrensel değerlerden uzaklaşmak; halkın kendi arayışlarını da
çıkaracaktır ortaya. Kimi umutlarını ilahi adalete bağlayacak, kimileri daha
tam olarak bitmemiş olan adalete. Bazılarımız da müziğe ve dansa…
Sıkışma ve
sıkıştırılma artarken, azcık akla, ileme ve sanata inanmışların nasıl nefessiz
kaldığını, her ağızlarını açışta seslerinin kısıldığını görmek acı veriyor
bana. Düşünmenin yerini inanılmaz tutuculuğun, cehaletin, akıldan uzak
fikirlerin alması bir yana, böyle düşünen insanların çok önemli
kuruluşlarımızın başına; başkan-müdür-vali-kaymakam-rektör-bakan olarak gelmesi;
hani ödenesi günahların bedelidir bunu da düşünmekten korkmayanların, daha tam
manası ile köleliğe geçmemiş canlıların düşünmesi gerekir.
Korkunun kol gezdiği,
artık düşüncenin, insanca eğlencenin lanetli sayıldığı güzel ülkeme âşık bir
insan olarak duygularımı kâğıda aktarırken aktarım çeşitlerinin hepsine
başvurmayı, çeşitlendirmeyi büyük bir içtenlikle istiyorum. Bilinen seslenişler
ve yazılımlarla oyalanır, yaşam denen döngünün içinde sonsuza doğru ilerlerken,
bilinmeyenleri, az bilinenleri ve değişimin güzel hatırına başka kültürlerde
olan güzellikleri de yazı dünyamın okuyucu ile buluştuğu bu köşeye aktarmayı
zevkle yapıyorum.
Bu anlatımımı Kathak
Dansından destek alarak yapacağım. Sadece kathak dansı değil, öykü anlatıca
kathakasın da yardımını isteyeceğim.
Hadi o zaman
müzisyenler; Çello, keman, piyano ve davul lütfen yerlerini alsın. Kathak
Dansını yapacak dansçı da yerine lütfen! Öyküyü anlatacak kathakas da geldiğine
göre dans başlasın;
“ Bir zamanlar
yoktan var olmuş bir ülke varmış. O ülkenin bulunduğu yerde geçmişte otuz tane
büyük uygarlık yaşamış. Sadece kalıntılarını bile ortaya çıkarsan dünyaya bedel
ülkenin her tarafı denizlerle çevrili olduğu halde balığı Norveç’ten yerlermiş.
Efendilerin araçları Almanya’dan, silahları ise Amerika Birleşik Devletlerinden
gelirmiş. Ülke refahı arttıkça ölümler ve öldürmeler de artmış. Zenginlerin
koruma orduları, evlerinin kale gibi duvarları arttıkça artmış; güya
yöneticiler halka hak dağıtmak için gelmişmiş…
Yoktan var olmuş bu
ülke yok edilmek için neredeyse yüz yıldır uğraş veriliyormuş. Amerikan yardımları,
siz yapmayın biz size hibe veririz; siz keyfinize bakın aldatmacaları ile ülke
yöneticileri bol uyur ve tavla oynarlarmış. Ülkenin fazlalık veren tek müessesi
din adamlarıyla ibadethaneleriymiş. Yardım dernekleri, devlet imkânları bu
dünyadan çok öteki dünyaya hizmet etme aşkı ile muhteşem dünyalıklarını yapar,
halkın hak adına çıkardığı her türlü sesi-rengi; yaş-baş, mertebe, eğitim
düzeyi, ülke sevdalısı demeden o güzel mapushanelere koyarlarmış.
Devrimler kendi
evlatlarını da yer ama tüketene kadar değil. Devrimlerin ardından büyük
reformlar yine büyük ülke sevdalılarının evrensel düşlerini düşünce
birlikteliğine taşımalarıyla devam edermiş. Bir zamanların ülke insanları, üç
nesildir hak-adalet ve reformlar beklerken, göçler dalga dalga büyümüş. O
ülkede her şey organik yaşanır, mahallelerde konu-komşuluk akrabalık kadar
güzel yaşanırken; bağ ve bahçeye düşman Amerikan hayranı zeki ülke yöneticileri
her şeyi betona; yani yüksek karlılığa çevirmişler.
Büyük kazanç ve
beton-demir aşkı devam ettikçe nesilden nesle insani duygular merhamet
kanallarıyla taşınmak yerine öfke-nefret kanallarıyla taşınarak insanların
ruhları ve bedenleri beton kadar sessiz-duygusuz hale gelmiş. Meğerse ortada
ülke denen bir şey de kalmamış; zaten kalmasın diye hem içten hem dıştan harika
bir şekilde altı da, üstü de oyuluyormuş.”
Dans ve öykü bir
araya gelince böyledir işte; insana güzel bir rüya görme nazik bir hatırlatma
yapar; insan olana elbet…
uzunca bir süredir yaşamla kavgalıydım sevgili Güven..
YanıtlaSilO nedenle yazılardan uzak kaldım.. Özlediklerimin arasında olduğunu bildiğine eminim.
Nefis bir anlatımdı okuduğum..