Sayfalar

28 Temmuz 2012 Cumartesi

ACAYİP BİSİKLETÇİ

Kamera;Güven  Çıralı-Antalya

Çam ağacı Akdeniz'in hemen kıyısında
benim çok yakınımda. Hüzünlere el sallayıp
coşkuya minnet, yaşama şükran sunduğum
bu güzel yerde.

Kamera; Güven Çıralı-Antalya

Bir yudum şaraptan korkanlar, bir salkım
üzüme,bir tas suya nasıl şükür ederler?
İnsan aklıdır; zararı faydaya dönüştüren.
Bir yudum şarap, bir yudum su kadar değer
kazanır,kalbin sevgisi,ruhun güzelliğiyle
kavuşursa.


Kamera; Güven Olympos-Antalya

İç içe geçmişliğin var oluşu ile; orman ve antik
şehir; kadın ve erkek gibi yakınlar birbirlerine.
Gizemli bir yer. Bir keçi, bir gezgin, bir aşık
ruhu ile getirilmeli bedenler buraya.

ACAYİP BİSİKLETÇİ



 Acayip kelimesi aynı zamanda “ucube” anlamına geliyor. Ucube kelimesinin geçmiş hatıraları nefreti, kavgayı anımsattığı için özellikle “acayip” anlamını kullanmayı tercih ettim. Sanki daha uslu, başlı ve elle tutulur cinsten…

 Kendisinden söz etmek istediğim acayip bisikletçi 25 numaralı dükkânda esnaflık yapıyor. Acayipliği ise dükkânın iç düzeniyle ilgili bir durum. 25 numaralı dükkâna dükkân demek mümkün müdür onu da bilemiyorum! Depo desek, kiler, ambar desek yine de tam anlamıyla olmayacak. Bir samanlık diyebiliriz belki; ağzına kadar dolu bir samanlık deposu.

 Acayip bisikletçi dükkânını ağzına kadar doldurmuş durumda. Bisikletlerle ilgili ne varsa hepsini oraya atmış. Eski bisiklet parçaları daha arkada, yeni bisiklet parçaları ise biraz daha önde olmak şartıyla, dükkân eşiğe kadar dolu. Altmış yaşlarında dinç ve çalışkan bir acayiplik içinde dükkânının içinde değil de dışında çalışan bir adamın ilginç hikâyesi…

 Acayip bisikletçinin çalışma alanı, işyerinin tam ön kısmı. Çünkü içeriye girmesi mümkün değil. İlk bakışta aklınız almıyor, büyük bir şaşkınlık yaşıyorsunuz. Düzen, intizam hiçbir şekilde yok. Benim gibi bu acayip bisikletçiye işiniz düşünce bütün acayipliğini unutup ona büyük bir teşekkürü bile yapmaktan geri kalmıyorsunuz.

 Bir gün Doğa Irmağın bisikletinin tekeri patlamış, orası-burası onarılacak hale gelmişti. Kısacası bir yıldan beri bakımı yapılmamış durumdaydı. Bu acayip bisikletçiyi o zaman tanıdım. Çekinerek gittim ağzına kadar dolu dükkânın önüne. Neredeyse bir metrelik yerde çalışan acayip bisikletçi ihtiyacı olan parçayı içerisini biraz karıştırınca hemen buldu. Yaklaşık yirmi dakikada teker onarılıp bisiklet bir güzel gözden geçirildi.

 Acayip bisikletçi dükkânına önem vermediği, bütün malzemeleri gelişi güzel dizmeden attığı doğru! Ama bir doğru daha var; işine oldukça önem veriyor. Yani iyi bir usta; elleri durmadan çalışıyor. Bekletme gibi, işi erteleme gibi bir niyeti yok. Ellerindeki marifet dükkân intizamı ile tam tamına ters orantıda olsa da, esas işin ellerinde gizlendiğini daha sonra anladım.

 25 numaralı dükkânın yanından gelip geçtikçe acayip bisikletçiyi de izledim. Neredeyse vaktinin büyük kısmı dükkânının hemen önünde geçiyor. Ağzına kadar dolu olan dükkânının kapısından sadece bir malzeme ihtiyacı olunca bedenini içeriye doğru uzatıp, lazım olan parçayı hazine odasından çıkaran hazineci başı gibi dikkat buyuruyor.

 Acayip bisikletçiyi izledikçe insan denen canlının esas marifetinin içinde, ellerinde ve inancında olduğunu gördüm. Büyük şatoların, sarayların, bin bir türlü mimariyle kutsanmış mekânların insana sevgi ile yaklaşan sahipleri yoksa esas işleri insana yönelik hizmet değilse ne işe yarar?

 Bu ülke kaybedişin kenarından, yok oluşun bütün planlarının kıyıcığından kurtulalı yüz yıl bile olmadı. Biraz tarih ve biraz gerçeklere dayalı öğrenmek ve bilmek istiyorsak, fukaralığımızın azimle, inançla, insan zekâsı denen askeri, felsefi, politik hareketlerin gerçek bir Kurtuluş Savaşına dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Kağnıların, çarıklı ana-babaların inandıkları sevdikleri uğruna en kıymetli canları nasıl feda ettiklerine tanıklık ettik. Ağır bedeller ödendi…

 Ya şimdi! Ne adaletimiz, ne de koskoca binalara kurulmuş bakanlıklarımız, müsteşarlıklarımız yeterince halka yakın! Tartışmalar, çözül yolları, farlı düşüncelere tahammüller sıfır noktasına; yani donma noktasına gelmiş durumda.

 Şimdi soruyorum; büyük, gösterişli binaların büyük ve gösterişli efendilerinin marifetleri halkını sevmek, halkının huzurunu en üst seviyeye taşımak değilse; büyük gösterişler, düzenli eşyalar, olağanüstü güvenlik önlemleri, koruma orduları; halkın ne işine yarar. Halk vergi verdikçe devleti idare edenlerin sarayları, çalışanları, hizmetkârları daha da büyür ve inanılmaz bir halk kopukluğu yaşanır.

 Her gün 25 numaralı bisikletçinin yanından geçerken bu acayip bisikletçiye imrenerek bakıyorum. Dükkânı gelişi güzel ve ağzına kadar, gerekli-gereksiz eşyalarla dolu! Sizi ağırlayacak bir tek iskemlesi bile yok. Ama sizin derdinizi çözecek aklı, isteği ve marifeti var. Ve oraya bisikletiyle ilgili sorunu olup da gelen ve huzurlu ayrılmayan bir insan yoktur diye düşünüyorum. Çünkü bu acayip bisikletçi, bozma, yıkma, talan etme adına değil; fayda ve üretme adına var…

 Artık moda haline gelen büyük binalar, halka ve hakka hizmet için olsa, birkaç metrede ve bir kulübede bile neler olmaz? Şehri yöneten bir acayip bisikletçi olsa ve onunu insanları ağırlayacak bir yeri olmasa, ama insanların sorunlarını çözecek elleri, aklı, isteği ve inanmışlığı var! Şehrin kaderi çok daha farklı olurdu, diye düşünüyorum.

 Sanıyorum çok büyük binalarda oturmak, en iyi kumaşlardan giyinmek ve çok süslü-alımlı sözler bir şehri iyi yönetmek için, bir halkı mutlu etmek için hiçbir zaman yeterli olmayacak. İşin sırrı, bir acayip yönetici olmaktan geçiyor; inanmışlığın sevgi ışınlarıyla donatılmışlığın mayasıyla yoğrulmak gerekiyor.

 Güven Serin












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder