Cici kadın seslendi, ses olsun
istedi bedeninden beden olmuş
küçük kız.
Hem ses, hem beden olmuş kız
seslendi; sokağa çıkmak istiyoooruum
oyun oynamaya,düşmeye-kalkmaya,
el verip, el tutmaya...
SOKAĞA ÇIKMAK İSTİYORUM
Karikatür sanatı, insan denen canlının saatlerce söyleyip de anlatamadığı meseleleri bir iki resim ile anlatılmasıdır. Aynı zamanda insan denen canlının düş ve düşünce gücünü de çıkarır ortaya.
Masamda duran karikatür saatlerdin bana doğru bakıyor. Bende ona doğru… Bir anne ile küçük bir kızın birbiri ile konuşmasının birkaç kelimelik karikatürü şöyle gelişiyor;
Anne oturduğu lüks koltuktan önünde duran küçük kıza sesleniyor;
“ Söyle bakalım. Piyanoya mı, gitar kursuna mı, baleye mi, yoksa tenis ya da Fransızca kursuna mı gitmek istersin.”
Anne, her anne gibi kızının donanımlı olmasını büyüdüğü zaman daha rahat etmesini istiyor. Kızı daha çok küçük! Muhtemelen oda bu tür öğrenimlerden birini veya birkaç tanesini isteyecektir. Kız istedikçe belli bir ekonomik gücü olan anne veya baba da vermekten geri kalmayacaktır. Annenin saydığı bütün olanakları dinleyen küçük kız, anneye olanca enerjisi ile sesleniyor;
“ DIŞARI ÇIKMAK İSTİYOOORUUM”
Sanırım, küçük kızın o an, ne bale, ne Fransızca kursu, ne piyano düşünecek durumu yok. O bir oyun çocuğu olmak istiyor. Her çocuk gibi hoplayıp zıplayarak büyümek! Ayrıca Hoplayarak, zıplayarak da Fransızca, piyano, bale öğrenilebilinir. Ayrıca birilerinin taklit etmeden, sistemin sunduğu nimetlerden farklı düşünerek de kendi varlığını kanıtlayabilir insan.
Behiç Ak çizdiği karikatürlerle çoğu zaman ses getiren bir karikatürist. Eğer isteyerek, severek bu işi yapmasaydı, üç kelime ile bir kitaba sığacak seslenişi kim yapa bilirdi? İnsan sevdiği yolda her türlü zorluğu ve kaybedişi de önemli bulur. Hayal kırıklığı onu yolundan döndürmez. Yeter ki sevdiği yolun yolcusu olmayı kendi istesin.
Ne hazindir ki, küçük çocuğun çıkmak istediği sokaklar yok artık. Sokak arkadaşlıkları, mahalle teyzeleri ve amcaları büyük uygarlık adına; büyük çok büyük apartman kültürleri adına tarih oldu. Keşki tarihi de biraz sevseydik; tarihe dönüşen yaşam gerçeklerini de iyi anlar, irdeler, bugüne uyarlardık.
İnsanlığın “keşke” seslenişleri hiç bitmedi ve bitmeyecek gibi görünüyor. Uygarlık yalanı altında ilerlerken en büyük zalimliği çocuklarımıza, hayvanlara ve doğaya yapıyoruz. Bu üç katliam insanlığın sonunu erken getireceğe benziyor.
Oyunsuz çocukların milyonlarca nasihat denen bilgi ile yüklenilmesi, çocuk olmadan büyük hanımlara, beylere dönüşmesi elbet kendi doğal tepkilerini de yaratıp, kendi isyanlarını başlatacaklardır. Zaten, iyi bakılırsa bu savaş çoktan başladı bile. Çok zeki çocuklarımızın bütün olanaklar içinde dahi yüzlerinin asık oluşu, anti sosyal kişiliklere bürünmeleri, toplumsallıktan uzak, duyarsızlığa yatkın ve bencilliğin ırmaklarında yıkanmaları; bize, biz büyüklere çok şeyi anlatmıyor mu?
Çocuklarımıza yaptığımızı hayvanlarımıza da yapmıyor muyuz? Kuşu kafeste, balığı akvaryumda, kediyi odada, köpeği salonda büyütüp; ne büyük hayvan sever olduğumuzu göstermiyor muyuz cümle âleme!
Küçük kız, annesinden istediği tek şey; sokağa çıkmak! Ama hangi sokağa? Öyle bir sokak var mı artık? Bahçeli evlerin, birbirini tanıyan, selam veren, komşusu için varlık ile yokluk, acı ile sevinç duygularını tadan insanlar yok artık. Bu yüzden, çocuğu sokağa salacak anneler de, babalar da yok.
Dünyanın gelişmelerini yüzleşerek, ölçüp biçerek kendi dünyamıza katmayı öğrenmek ve öğretmek geleceğimize yapılacak en büyük yatırım olacaktır. Esas marifet çıkan en son model telefonu, arabayı, bilgisayarı satın alma rekorları kırmak değil; bütün bu aletleri üreterek ülkemizin refahını arttırmak olmalı. Ama nasıl?
Ezberci eğitimlerden kurtularak! Tüm bölgelerimizde eşit eğitim olanakları yaratarak. Altmış yıl önce yaratılan eğitim reformunu iyi anlayarak. Zeki insanlarımızı yurtdışına kaçırmayarak…
Güven Serin
Eğer yeterli bilgi birikimim olsaydı ya da yeterli olanaklarım, çocuğumu Erkin Koray'ın yaptığı gibi evde eğitim vermek isterdim. isterdim ki, güzel, doğa içinde bir evim olsun, çocuğum boş vakitlerini evin bahçesinde, çevre arkadaşlarıyla geçirsin. ne isterse oynasın... isterdim ki; binalarla çevrelenmiş, sokaklarında arabaların ne süratte gittiğini bilemediğin, sokaktan geçen insanların hangisinin şekerci hangisinin tinerci olduğunu anlamadığın bir ortamda büyümesin. isterdim ki; bir okulda okuyacaksa bile bu okul çocuğumun yeteneklerine göre eğitim versin, onun nelere ilgi duyduğunu keşfetsin, bu yönüne destek versin... isterdim tüm bunları ama .........
YanıtlaSilBir Amerikalı vatandaş bir gün şöyle seslenmişti;
YanıtlaSil"uzaya gidiyoruz ama karşı komşumuza gidemiyoruz artık."
Başdöndüren insanlık ve gelişmeler bir o kadar tabiat ve insanlığın yüzyıllarca zamandan sonra oluşturduğu kültürleri, oyunları, folklörleri yerle bir ediyor.
Seçme şansımız var mı? Belki iyinin kötüsü, belki kötünün iyisi...
Şunu gözlüyorum ki oyunsuz kalan çocuklar şefkatsiz kalan çocuklar gibi bir yanları hep eksik; hep...
Teşekkür ederim Tibetin annesi. Sen iyi bir annesin :))
:))) ben teşekkür ederim :)
YanıtlaSilAh o güzel çocukluğum. Annem çağırana dek, kız erkek ayrımı yapılmadan doya doya oynadığımız, ağacı, taşı, toprağı, kediyi, köpeği, kaplumbağayı korkmadan sevebildiğimiz, komşu teyzelerin yemeklerini yediğim güzel günler...Sütçümüzü, bakkalımızı, bayramlarda elini öpünce Atatürklü para veren Bekir Amca'yı, ille de arkadaşlarımla oynadığım daracık sokağımızı (Karanfil sokak) çok özlüyorum.
YanıtlaSilTibet'e selam ederim :))
YanıtlaSilÇok haklısın İsmet; çocukluk günleri insan ruhunu neşe,huzur kalıcılığına adım attıran, belki de esas insanlığın mayalandığı özel zamanlar... Şimdi gerçekten gülümseyen insan gördüğümde ortayaş insanı olduğunu; yani çocukluk günleri yaşayan insan olduklarını görüyorum; üzülsem mi sevinsem mi?
YanıtlaSilHer şeyi vermek, her şeyi sunmak yetmiyor güzel ruhlu masum çocuklara. Oyunu,sevgiyi, düşmeyi kalkmayı sunmadan...