Kamera; Güven Burgazada-İstanbul
İnsan denen canlı sürprizlerle doludur.
Burasının hanımefendisi güzel yalılar.
Güzel köşkler...
Beyefendileri ise kargalar, köpekler
ve kediler. Hepsi mutlu. Ağaçlar da;
böcekler de...
İLAHİ KORO
Dante’nin 1300’lü yıllarda yazdığı İlahi Komedya eserini düşünürken, düş görmeye başlamış olmalıyım. Düşlerin içine doluşan bir sürü düş girdi.
Yemyeşil vadiler, vadilere akan arınmış nehirler gördüm. Gösterişli tepeler, dağlar ve birer sanat eserine dönüşmüş ormanlar…
Bir sürü insan bir araya gelmişler. Hepsi de kendi zamanlarının en iyilerinden olan insanlar. İlahi bir koronun seslenişleri için buluşmuşlar. Koroda kimler yok ki; Goethe, Erasmus, Orhan Veli, Edip Cansever, Nazım Hikmet, Ömer Hayyam, Gogol, Sohopenhauer, Cemal Süreyya, Nietsche.
Allah’ım tabiat çıldırmış olmalı! Bir düş gerçeğe, bir gerçek düşe dönüşmüş. Hangisi doğru? Düş mü? Gerçek mi?
Ben bu yaman çelişkilerin hesaplaşmasını yaparken yorgun bilge bakışlı Nietsche seslendi;
“ Yüksekler değil yamaçlar korkunçtur. Gözün aşağıya dikildiği ve elin yukarıya asıldığı yer. Bu çifte irade baş döndürür. Ah dostlarım, benim kalbimin çifte iradesini de keşfettiniz mi?
Büyüleyici koronun ilk seslenişi Alman filozof Nietsche’den geldi. Yamaçlara doğru uzanan büyük tiyatronun karanlıkta kalan seyircileri vadi ve dağları inleten büyük alkışlar yaptılar. Huzurlu bir mutluluk dağların, vadilerin aralarına sığmayacak kadar büyüktü.
Cemal Süreyya, birbirine değecek kadar yakın olan, hatta ara sara sarmaş dolaş olan topluluğun içinden öne çıkıp söyledi söyleyeceğini;
“Büyük bir ihtimalle ölmüştük/ Şehir kan kıyametti ayaklarımızda/ Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk.”
Hangi millete mensup oldukları önemli olmayan koro; sanki her dilde, her inançta çılgınlar gibi bağırıyor, alkışlıyordu bir adım geri çekilen şairi.
Büyüleyici koronun içinde toplanmış şairler, yazarlar, filozoflar kendi eserlerini kendi seslerinden; bir düşün içinden seslendiriyorlar. İçlerinden birisi, sıra ile bir adım öne çıkıyor, ilk önce solo, daha sonra arkasındaki büyük koro ve ondan sonra da seyirci ile birlikte; yüz binlerce insan; bir olmuşluğun sarhoşluğu ile haykırıyordu.
İnanılır gibi değil, çoktan ölmüş bu insanlar yaşamın, yaşadıkların çığlıklarını atıyorlardı; yaşam adına…
Sıra bir başka Alman filozofa; Sohapenhauer’e geldi. Gür sesi, erdemli bakışı ile koro içinden öne süzüldü. Ses verdi;
“ Yalnızlık, tüm seçkin zihinlerin yazgısıdır. Zaman zaman bundan yakınacaklardır, ama her zaman kötünün iyisi diye bunu seçeceklerdir. Yaş ilerledikçe bu kişilerde bilge olmaya cesaret etmek daha kolay, daha doğal gerçekleşecek.”
Sohapenhauer yerine geçince bu sefer öne Gogol çıktı. O da kendi meramını seslendirdi;
“ Evet, işte size yeni bir kitap daha! Yalnız, küfür falan etmeyin bana! Vedalaşırken küfür edilmez çünkü. Hele bir daha görüşüp görüşmeyeceğiniz birine hiç…”
Gogol’un söylediğini önce sahnedeki koro, sonra yamaçlara yayılmış taş oturaklardaki yüz bin insandan oluşan büyük koru seslendirdi. Gogol’un anlattığı gibi, vedalaşacak gibi baktılar birbirlerine… Vedalaşmak insana mahsus bir davranıştır. Duygu yüklüdür; bir daha buluşmak, bir daha konuşmak, görüşmek adına. Çünkü insan, öncesini bilir; öncesi de insanı…
Sahnede ki ilahi korodan öne çıkan Ömer Hayyam oldu. Bir iki adım attı ve ses verdi dörtlüklerinden;
Ey/Beni/Ağzı açık dinleyen adam!
Belki arkamdan bana/Bu kalbini haykırana
“Kaçık” diyen adam!/Sende eğer
Ötekiler gibi kazsan
Bir mana koyamazsan sözlerime
Bak bari gözlerime
Bunlar deli gözbebekleri gözbebekleri…
Şairler coşmuş, hepsi bir filozof, filozoflar şair gibi ilahi korunun içinden ses veriyorlardı; yüz binlerce sese doğru. Şairler coşmuşken Edip Cansever durur mu? Edip de konuştu;
“ Doğanın bana verdiği bu ödülden/Çıldırıp yitmemek için/İki insan gibi kaldım/Birbiri ile konuşan iki insan.”
Söz başlamıştı bir kere, Erasmus çıktı öne. Ağır ağır ve sükûnet içinde söyledi;
“Artık yerden değil, gökten yere inen Homeros gibi ben de tekrar insanların arasına katılmak üzere Olympus’u terk ediyorum.”
Erasmus ilahi koronun sesleri ile büyük korunun seslenişleri arasında yerine geçti. Orhan Veli yürüdü İstanbul beyefendisi gibi. Büyük bir ciddiyet içinde, sanki az önce Goethe ile şakalaşmamışlar gibi söyledi şiirini;
“Bilmem ki nasıl anlatsam; nasıl, nasıl, size derdimi!/ Bir dert ki yürekler acısı/ Bir dert ki düşman başına/ Gönül yarası desem… Değil!/ Ekmek parası desem… Değil!/ Bir dert ki…/ Dayanılır gibi değil.”
Büyük koronun son sözcüsü Goethe oldu. Dağları yıkılıyor gibi büyük alkış, büyük koru, ilahi koroya doyamadığının büyük gösterisini yaptı. Goethe ilk önce arkadaşlarının önünde eğildi, sonra büyük seyircinin önünde. Ve konuştu o da diğer ilahi koronun muhteşem insanları gibi;
“Yalnız bir insanı tam olarak sev, diğer hepsi de sevilebilir görülecektir.” Böyle dedi Goethe, böyle seslendirdi ilahi koru ve büyük insanlar topluluğu.
Güven Serin
Ah Burgazada! İleride yaşayacağım huzurlu ada.
YanıtlaSilBak böyle giderse bozuşacağız söylemedi deme :) gezip duruyorsun biz burada çakılmışken ve hasetimizden unkurabiyesi gibi çatlamışken. Hadi her yere eyvallah da şu adalar beni fena çarpıyor işte. Aman maşallah diyeyim de nazara gelme .
YanıtlaSilI was a little harder to translate your language, I was able to understand and I really like your story. Merhaba
YanıtlaSilMerhaba Euphrates; güzel bir düşünce, iyi bir karar ve eyleme dönüşünce insanı şımartacak bir yaşam...Ama dönüşene kadar Kalpazan Kaya'ya, insan ve mimari kokan sokaklara sıkça gitmeli; gitmeli ki insanlığın güzel tılısımı eksik olmasın damarlarımızda akan kanda.
YanıtlaSilRuhgezgini, sen sana ait olan ruhu bedenden öte sal; bırak ulaşmak istediği yere ulaşsın. Sonra, yazı olur insana insanlığı tattıran o güzel kurabiyelere. :)) Elbet latife. Adala, büyük bir kültürün, güzel insanların bize unutulan çok şeyi geri getirdiği, bizim için sakladığı sevginin, aşkın, sarhoşluğun dolaştığı güzel yerler; herkese çok yakın; ruh ile bedenin barışık yaşadığı herkese...
YanıtlaSilRuzmarin; hoş geldin.Merhaba.
YanıtlaSilRuzmarin,you can still learn Türkish? :)) Thank you Ruzmarin.
Ahhhh Orhan Veli ah bu koroda ne büyüksün: “Bilmem ki nasıl anlatsam; nasıl, nasıl, size derdimi!/ Bir dert ki yürekler acısı/ Bir dert ki düşman başına/ Gönül yarası desem… Değil!/ Ekmek parası desem… Değil!/ Bir dert ki…/ Dayanılır gibi değil"
YanıtlaSilMuhteşem bir buluşma,teşekkürler dostum .
Hoşgeldin Arzu öğretmenim; saygı ile...
YanıtlaSilTeşekkür ederim.