Sayfalar

14 Eylül 2024 Cumartesi

KAFDAĞI ARDINA GİDEN MİNİBÜS

 

İNTERNET

                              KAFDAĞI ARDINA GİDEN MİNİBÜS

( Anılarda Kalan Panayırlar )

   Çocuk gözüyle bakılan her şey; masal, öykü içerir. Düşleri ve algıları sınırsız bir özgürlük, üretkenlik taşır…

    Elem içinde söylemek isterim ki o Kaf Dağı öyküleri çoktan yok oldular… Öykü yaratacak, çocukların düşlerine dokunacak, hatta sokulacak kurum ve kuruluşlar kalmadığı gibi, anne ve babalar da büyük yarışın büyük eserini yaratma düşleri içindeler…

  Doğanın, doğurganlığın en hakiki ve özü olan çocukları işleyecek fabrikalar; sosyologlar, öğretmenler ordusuna ihtiyaç var. O temiz, o masum bakışların sözcüklerini abartıya kaçmadan, edebi, felsefi sarılma erdemi içinde duyarlı bir sanat eserine dokunan sanatçı gibi dokuyacak insanlar çok azaldı artık…

   Bir cambaz, dokuma ustası gibi marifetli panayırcı romanlar, o yetenekli çingeneler de bir bir yok olup gittiler; çocuk düşleri, öyküleri gibi; ticari düşüncenin tapınaklarında hepsi birer; dinleyici, izleyici rolünde fotoğraf ve video karelerine hapsediliyorlar…

  Sözün meclisten dışarıya olduğu haller, çocuk özgür alanları ve onları anlayıp da deryalara katkı veren anne babaları, bu eleştirilerin dışında bırakarak onların önünde eğilerek teşekkürü borç biliyorum…

   Panayırların insanlara dokunan heyecanı, hissiyatı bugünün komik, yapay festivallerinden çok öteydi. İnsanlık mirası gibi güz zamanı, tarım insanları harmanlarını bitirme zamanları; bir soluk, bir eğlence, o günün panayırları. Panayır alanlarının kurulması çok büyük özen ve büyük emeklerle günler sürerdi. Ustalık isteyen bir işi yapardı o günün yetenekli panayırcıları…

  İpsala ve Keşan Panayırı da kendi bölgesinde nam salmıştı. Hele çocukların güzünde tam manasıyla Kaf Dağları ardında periler ülkesi bir yer… Homeros bile bu kadar heyecanlanmamıştır: -Büyük eserini yazar, oradaki esin perilerini anlatırken…

  O günler, tam manasıyla organik günlerdi. Sakin Şehir felsefesi içinde soylu mahcubiyetlerin de hüküm sürdüğü zamanlardı. Paşaköy, Karpuzlu’dan ardı ardına kalkan minibüsler İpsala panayırına insan taşırdı. Özellikle delikanlılar, genç kızlar, erkekler giderdi. Bir şölendi yeri gibiydi;  oradaki tozlu, ışıklı, müzikli ve bol barut kokulu alanlar…

  Her yaşta insanın gece buluşması tam bir şölensi atmosfer oluştururdu. Herkesin meşgul olacağı, eğlenip, oyalanacağı alanlar vardı.

   Bizler henüz küçük, büyükler olmadan gidemediğimiz zamanlardı. Paşaköy’ün minibüsçülerinden birisi de İbrahim Aras, yani dayımdı. Minibüsler sırasıyla kalkardı Paşaköy’ün meydanından.

  Panayır gecelerine akan minibüslerin yolcu bekleme anlarında meydana yayılan ezgiler o günün sanatçılarına ait olduğu gibi, o günün insanlarının öyküsünü anlatıyordu.

   Bazılarının hoparlöründen Şenay’a ait sev Kardeşim şarkısı veya Yeliz’in Bu Dünya Kardeşim şarkısı sürekli ve coşkuyla çalınıp dinleniyordu.

  O akşam birkaç küçük çocuk, İpsala panayırına gidecek mavi minibüsün yolcularını bekleyen meydanın kenarcığında minibüsten yayılan şarkıyı dinliyorduk. Barış Manço’nun Nick The Chopper isimli ve oldukça enerjik, coşku dolu şarkısı çalınıyordu. Yalnız başına gidemediğimiz, ancak gidenleri izlediğimiz gecelerden birisiydi. O şarkı, o minibüs ve minibüsün içindeki delikanlılar, sanki İpsala panayırına değil de, Kaf Dağ’ı ardına giden son yolculardı…

   Zihnime o müzik, o insanlar, o sahne öyle kazınmış ki, zamanı allak bullak eden bir enerji, yenilenme ve dönüşüm içinde sahneye çağırıyor o çocuğu… Büyümeyi reddeden, bildik rütbeleri saygıyla, minnetle selamlayıp o panayır şarkılarına, minibüsteki şakalaşan insanlara kulak veren çocuk; zamana bile rest çeker halde, sürekli zihnini şarkılarını ve öykülerini dinliyor…

 Güven SERİN 

 


  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder