İYİLİKTE, YARDIMDA ÖNCELİK ALMAK!
( Yaşlı Adam )
Öteden beri kararlı ve söz konusu; yardım-iyilik olunca bazı insanların öne çıkışlarına imrenerek baktığımı söylemek isterim. Aldıkları terbiye, eğitim ne olursa olsun bu insanların refleksleri avcı bir kuş, yırtıcı bir hayvan atikliği, sezgileri içinde derhal yapması gerekeni yapma hamlesini üretiyorlar.
Bizim toplumumuzun ruhundan süzüp de ortaya sürdüğümüz bir sürü değerli laf-deyim, atasözü vardır.”Ne kokar ne bulaşır! Kötülüğünü de iyiliğini de görmedik! Kirişi kırmak!” Daha bir sürü laf; tam da bizi anlatır. Onuru, namusu, iyiliği, dürüstlüğü kimselere bırakmayanları tam da kırılgan zamanlarda test etmeli desem de zaten gergin hallerimizi daha germemek adına; boş verin gitsin…
Daha dumanı tüten, tanıklık ettiğim taptaze olayı paylaşmak isterim. Merkez köylerimizden ihtiyar bir adam… Bakıldığında düşkün olmayan, eli ayağı tutan ama çocuk masumiyetine dönüşmüş ve kulakları ağır işiten bir adam, misafir olduğum işyerine, sağanak yağmurların içinden çıka geldi.
Konu çok basit; ihtiyar adam Tekirdağ merkezde yaşıyor. Oğlu ise merkez köylerden-mahallelerden birisinde… Günün erken saatlerinde köy minibüslerinin olduğu yerde oğlu ile buluşma planı yapmışlar. Oradan da tapuya gidip tapu işlemlerini yapacaklarmış.
İhtiyar adam bir süre oğlunun gelmesini beklemiş. Yanına telefonunu almayı unuttuğu için panik yapmış. Zamanı, mekânı karıştırıp bildiği tek yer, konuk olduğum işyerinin yolunu tutmuş. Ne telefonu, ne şemsiyesi yanında; içeriye girdiğinde kasketinde, yüzünde, saf yağmur damlaları aşağı süzülüyordu. O ise oyundan yeni dönen küçük bir çocuk…
Zor işittiği için işyeri tanıdık ile zar-zor da olsa anlaştılar. İşyeri sahibi ihtiyar adamın panik ve hüzünlü halini anlayıp derhal onu oturttu. Yüzünü silmesi için kâğıt peçete verdikten sonra kolonya şeker ikram etti. Ve ihtiyarın kaybolmuş haline bakarak:
—Sen merak etme, ben oğluna ulaşır,
seni buradan almasını söylerim. Derhal kurtarıcı görevinin başına geçmiş, Allah
vergisi yardım, iyilik önceliğini kimselere kaptırmamıştı. Oysa onu izleyen
diğer kişiler için tam da muhabbetin en tatlı yerinde çıkıp gelen işitme
zorluğu çeken ihtiyar; “ Nereden çıktı bu adam şimdi!” bakışlarına teslim
olmuştu…
İşyeri sahibi ihtiyarın tedirgin halini giderdikten sonra derhal oğlu ile telefon görüşmesi yaptı. Oğul dediğim, telefon konuşmasında bile halk dilinde; “ Bir kereste” hali içinde bir değil, bin tane sorun laf ediyor:
—Ben şuraya gelemem! Burasını
bilmiyorum! Bir sürü mazeret sıraladıktan sonra yine işyeri sahibi yardım
önceliğini elinde tutan kişi, babasını almaya gelecek adamın bildiği bir yeri;
Direkleraltı karşısı. İşbank önünü tarif ederek anlaştılar.
Öncü kişi ihtiyarın koluna girdi ve birlikte sağanak yağmurun içine daldılar. Hatta süzüldüler… Kesmekaya sokaktan ilerleyerek ana caddeye, oradan da karşıya geçtiler. Beş dakika sonra oğul geldi. İşyeri sahibi ihtiyar adamı bindirmek için kapıyı açtığında “Kereste” oğul, babasına söylemediğini bırakmadı. Niçin anlaştıkları yerde beklemediğini bir güzel azarlayarak söylenirken; işyeri sahibinin yüreğine bir acı tebessüm çöktü:
—Babanın ıslanmış yüzünü sil
ve gideceğiniz yere gidin, diyerek oradan ayrıldı.
İhtiyar adam 80 yaşını geçmiş, şehrin beton ormanı içinde zaten sersemlemiş, yağmurda ıslandığını farkında olmadan oğlundan işittiği paylamayı tıpkı yağmurun saflığı içinde duymazlık kültürü içinde çoktan azmetmişti bile…
Öncelik almak, içinde yardım ve iyilik isteğini büyütmek; muhteşem bir şey… Ne dünya ormanları, ne dünya malı mülkü bunun yerini tutacak serinliği, özgürlüğü ve manevi şöleni sunacak güçte; ama gel de anlat…
Güven SERİN