SAYIN ABİ:
YETER BE!
Bugünlerde en büyük lüksüm dediğim şey; yalı bölgesi olarak bildiğimiz yere gitmek. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından konmuş olan banklardan birisine; köy sofrasına oturur gibi oturup, kırlarda dalıp giden köy çobanı gibi denizin, ufkun ötesine dalıp gitmek; öylesine…
Hatırlamada yarar var; kamuya açık, geleni geçeni bol olan bir yere giderken cebinizde her daim birkaç yudum esneklik, sabır hapları da bulunması gerekir. Her daim, dalmış olduğunuz düşten sizi uyandıracak bir tanıdık; bir Sayın Abi çıkar ortaya.
Yarı güneş, yarı gölgesi olan ahşap banka oturup, bana ait lüksün-zamanın tadını çıkartıyordum. Birkaç arkadaşıma telefon edecek gibi olsam da bugün, biraz kendimi dinleyeyim, diye kimsecikleri aramadım. Ama Sayın Abi dediğim kişiyi unutmuşum.
Kamudan emekli, boylu poslu, aklı başında, her an ciddi duran ve tanışıklığımız selamlaşmadan öte geçmeyen Sayın Abi, diğer banklarda boş yer olmadığından mı, yorulmuş olduğundan mı bilinmez; hemen yanı başıma çöktü. Oturduğum bank zor zamanda üç kişi alsa da Sayın Abi, sanki gelecek başka birisi varmış gibi iyice yapışık oturdu.
Yolun karşısında çayhanesi olan Nasip Bey’i kahve için aramış, beni duymadı için telefonu açmamıştı. Sayın Abi yanıma geldiği için tekrar telefonu açınca içeceklerimizi de söyledim. Bildiğim kadarıyla Sayın Abi ciddi, az konuşan birisiydi. Kendi kendime dedim ki, birkaç söz ettikten sonra denizi izler, birbirimizi unuturuz…
Sayın Abi böyle düşündüğümü anlamış ki, nasıl olduysa muhabbeti oğluna getirdi. Aman Allah; bekârken nasıl tutumlu olduğu, para biriktirdiği, hatta bazı beyaz eşyaları aldığını bir güzel, neredeyse eksiksiz anlattıktan sonra evlenince ilk önce arabasını aldığını, sonra havuzlu villasını, villanın içini, kuzeye bakan balkon manzarasına varana kadar anlatıyor.
İnsan dinlemesini severim. Dinlemeyi sevdiğim için de edindiğim bilgiler, görgüler, yazı yaşamıma katkısı çok oldu. Meğer Sayın Abi, dinlemeyi seven birini belki de uzun zamandır rastlamadığı için, benim de iyi bir dinleyici olduğumu anlayınca; sözlerine ne nokta, ne de virgül koyuyor. Onu anladığımı, anlattığının değerli ve önemli olduğunu iyice göstermek için kafamı sallaya salaya başıma ağrılar girdi.
Bir taraftan Sayın Abi, ringe çıkmış çok güçlü boksör gibi, rakibini köşeye sıkıştırmış a bire vuruyor. Bir taraftan da poyraz, çılgınlar gibi başıma üşüşen ağrıları daha da çoğaltıyor.
Azcık başımı, gözümü farklı tarafa kaçırıp Sayın Abi’yi susmaya davet ediyorum; ama nafile! Sayın Abi bu sefer ya eliyle dürtüyor, ya vuruyor; aklınca konunun önemli, değerli olduğunu hatırlatıp, öğrencisini nazikçe azarlayan öğretmen gibi…
Öyle konu bolluğu içindeydi ki, diğeri ne zaman bitti, ötekine ne zaman geçti asla anlayamıyorsunuz. Bir de baktım mutfağa, alışveriş işlerine geçmiş. Tam da o anda; “ Bende evin alışverişini yaparım, mutafa girerim” demeye korktum. Belki demezsem muhabbeti çabuk kapatır düşüncem yine yarıda kaldı. Sayın Abi, evde, hanımıyla yaptıklarını noksansız anlatmaya başladı. Kuskus, kesme, turşu, pekmez ve daha neler neler…
Sayın Abi poyraz gibi ölçüyü kaçırmaya başladı. Ne deniz, ne limana uğrayan tekneler derdime çare olmuyor. Öyle soluksuz anlatıyor ki Sayın Abi’nin yerine ben tıkanmaya başladım.
Sayın Abi: Yeter Be! Diyen iç sesimi dinledim. Böyle olmayacak diye düşünüp, onun bitmeyen sohbetini aniden ayağa kalkarak kestim. Hemen elimi uzatıp sohbeti için teşekkür ettim. Sayın Abi’nin yarım kalmış sohbetleri için bana nasıl garip baktığını görünce, Sayın Abi için bir parça üzüldüm dersem lütfen bana inanın; sayın ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder