GARİP DÜRTÜLER,
İÇGÜDÜLER
(Dosta ve
Baba’ya Son Sarılış )
Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi çok önemli sanatçıların hocalığını yapmış İbrahim Çallı, Hasan Âli Yücel ile iyi bir dostturlar. İki dostun hayatını bir parça analiz ederken rastladım o son karşılaşma zamanına…
İbrahim Çallı, Türk resmine önemli katkılar yapmanın yanında çok değerli sanatçıların da yeşermesine büyük katkılar sunmuştur. Neşeli birisidir. Sofrasında herkese yer vardır. Bu sofraya sıklıkla gelenlerden birisi de Hasan Âli Yücel’dir.
Hasan Âli Yücel’in hatıralarından anladığımız şudur; iki dost son defa Taksim civarında karşılaşmışlar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı o karşılaşmayı şöyle not etmiş;
“ Onunla son defa Taksim civarında karşılaştım. O şakacı Çallı, benimle uzun uzun içli içli konuştu.
Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin titriyordu. Ayrılırken öpüştük. Aksi yönlere yürüdük. Garip iç dürtüsüyle arkama döndüm. Ne göreyim; o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.”
İki büyük değerin son konuşması ve o edebi yaşama bırakılan son miras; “ Birbirlerini bir kere daha selamlamak!” Aslında dostu Hasan Âli Yücel de fazla değil, dokuz ay sonra Çallı’nın ardından edebi dünyaya göçecektir…
Aradan geçen bunca zaman, söylenen bunca uygarlık şarkısı ve kazandığımızı sandığımız bunca iç savaşlarımız, durmadan karıştırdığımız zehirli kazanlar bir yana; kaçımızın geride bıraktığı böyle güzel, özgün bir hatırası; hatta hatıra defterine not düşecek kadar duyarlılığı var…
İbrahim Çallı İle Hasan Âli Yücel dostluğu ve bu son karşılaşmayı her okuyuşumda bendeki derin tesirini, ruhuma demir atmış bir başka içli hatıra ile kesişmesine de borçluyum.
Babam ölümünden tam olarak bir hafta önce Tekirdağ’a gelmişti. O sıralar İpsala Ziraat Odası Başkanlığı görevindeydi. Oda ile ilgili belki bir mesele veya bir toplantı için Tekirdağ’a gelmişlerdi. Arkadaşlarından ayrılmış ve “Oğluma uğrayayım” diyerek, çok nadir yaptığı şeyi yapmıştı. Toplum telaşı, kendi idealizmi ailesinden çok öne geçmiş, onu da arkasına bakmadan koşturuyordu.
O gün, yani ölümünden bir hafta önce bu ideali kırmış, bana geldiğinde yarım saate yakın sohbet etmiş, hiçbir zaman girmediği konulara girmiştik. Ağustos ayının bunaltıcı bir günü yaşanıyordu. O istemese de babama son bir limonata ısmarladım…
Demir sokağa, oradan da Hüseyin Pehlivan Caddesi köşesine birlikte çıktık. İçimden gitmesini istemiyordum. Biraz daha kalsa ne iyi olacaktı… Zaten her zamankinden fazla kalmıştı; ona göre… Caddenin güneyine, Arkeoloji Müzesi yönüne hızlı ama sanki gitmek istemeyen adımlarla ilerledi. Arkadaşlarıyla sahilde buluşacaklardı.
Babamın ardından, uzun uzun baktım; son bir bakış; öyle uzun ve içli oldu ki, tıpkı Hasan Âli Yücel’in dostunun ardından sın bir kez baktığı bakmak istediği o dürtü gibi bir şeydi; o bakışın içinde saklı kalan özlemin, sevginin, ayrılığın edebi ve erdemli tarafı…
Güven SERİN
'O son bakış'lar hiç unutulmuyor değil mi! Duygu dolu yazını okurken bir an benim de gözümün önüne geldi, babamın artık ağır olduğu dönemler. Başhekimin önerisi ile Bandırma'da yattığı hastaneden daha büyük Balıkesir Araştırma hastanesinin yoğum bakım servisine götürmek üzere ambulans aracına bindirilmiş ve işte orada bize el sallarken yüzündeki o ifade! o son bakışı! gözümün önünden hiç gitmeyecek!. Değerli büyüklerimizin, canlarımızın ruhları şad olsun. Ömür su misali gelip geçiyor. Toplum telaşı, yaşam gayesi ve mücadelesi, idealler, içsel/dışsal savaşlar, hırslar, anlam ve duygu kargaşası derken... Herkesin telaşı çok!. Birbirine ayıracak zamanı da yok!. Ne mutlu sevdikleriyle, dostlarıyla...böylesine güzel hatıralar biriktirenlere! Ne mutlu...
YanıtlaSilKendine has irdeleyişlerinle yine çok anlamlı ve özgün bir yazıydı. Kalemine, yüreğine sağlık sevgili Güven.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Esin; katkıların ve duyarlılığın her zamanki gibi edebi ve felsefi dostluk taşıyor...